Nerde kalmıştık? Ameliyat sonrası zorunlu dinlenme önerisine pek kulak asmadım tüm itirazlara rağmen. İstanbul'dayken öğrencilerimi görmeden dönmem dedim, bazı müşterilerimi gördüm, elbette 3-5 kitapçı gezdim ve evet online dersleri hiç bırakmadım. Saatlerce oturmaman lazım deseler de, ben hep hayata onlarla tutundum. Meme ameliyatı sonrası hastanede ertesi gün sınavı olan öğrencime ders vermişliğim de vardır ve gurur duyarım bununla! Özetle yaramazlık yapmaya İstanbul'da başladım denebilir. Montenegro'ya dönüş günü zorlanmadım dersem yalan olur, çok yoruldum ama İpek'i bu yorgunluklar durduramazdı; bekleyen işler, atılacak imzalar, yapılması gereken kağıt işleri vardı. Canım Ivana, Suza ve elbette Celil beni olabildiğince az çalıştırmaya ve her yere arabayla götürüp getirmeye çalışsalar da, onca zaman ülkede olmadığımdan halledilmesi gereken ve bana bağlı olan şeyler birikmişti.
Tivat'a döndüğümüzün ertesi sabahı erkenden başladım elbette çalışmaya. "İt canlı" diye bir tabir vardır ya, hah o benim... 5 gün böyle gitti, Celil bana kızdı falan derken cumartesi gecesi sinyali aldım ben vücudumdan. "Yat dedim, daha iyi olmadım dedim anlamadın, buna mecburum kusura bakma" dedi ve inanılmaz bir mide bulantısıyla düğmeye bastı. Ben tuvalette sabahı sabah ederken, inanılmaz bir boğaz ağrısı ve burun tıkanıklığıyla şova devam etti. Ve esas corona olduğumu anlama anım; bacaklarımda başlayan, geçirdiğim corona dönemi dışında hiç tatmadığım bir ağrıyla el artırdı. Testi yaptım, pozitif... Tamam dedim başlıyoruz.
Şimdi siz bana deli diyeceksiniz ama okuyunca belki de bana hak verirsiniz. Bir önceki yazıda, 2020'de geçirdiğim ameliyattan söz etmiştim. O ameliyatın olduğu tarihlerde Türkiye, daha corona vakası açıklamamıştı. Biz şubat sonu Montenegro'ya geri döndük ve bir anda dünya karıştı. Türkiye'de vakalar çıktı, Montenegro bizim gelişimizden 10 gün sonra sınırları kapadı ve bizleri eve hapsetti. İlk hafta çıldıracak gibi oldum. Ameliyat ve 1 ay Türkiye lezzetleri sonrası 10 kilo alıp dönmüştüm, hayatımda tartıda o kiloyu hiç görmemiş, aynalara bakamaz olmuştum. Ve dışarı çıkıp yürüyemiyordum, bir sosyal kelebek olarak arkadaşlarımla görüşemiyordum. Delir! Sonra kafamda bir ışık yandı! Derslerim dışında iş yoktu, zaman durmuştu sanki dünyada, hiçbir şey için acelem yoktu ve ilk kez gönlümden geçeni yapabilecek özgür bir ajandam vardı. Zira ben çalışma hayatına çok küçük yaşta, daha öğrenciyken başladığım için; kendimi bildim bileli bir ajandayla yaşıyordum. Şahane! Peki ne yapmak istiyordum?
Ben bağımlıyım. Öğrenmeye, okumaya, öğretmeye, anlatmaya, konuşmaya, dinlemeye, deneyimlemeye bağımlıyım. Çoğu zaman vaktim olmuyor istediğim eğitimlere katılmaya ama işte corona dönemi, benim hayatımın en mutlu, en güzel ve en verimli dönemi olmuştu. Yale Üniversitesi'nde senelerdir takip ettiğim hocalar vardı. Ya programları çok pahalıydı, ya benim vaktim yoktu, ya da zaten online program açmıyorlardı bile. Ve işte corona, beni peşinde olduğum hocalarla buluşturdu. Deli gibi ders çalışıp, ödev yapıp, bazen videolarla bazen Zoom dersleriyle muhteşem 2 sertifika programı bitirdim. Biri müzakere analizleri ve şekillendirmeleri yani İngilizcesiyle Negotiation üzerine, diğeri de The Science of Well-Being yani mutluluğumuzu artırmak ve daha iyi ruh halleri yaşamak için davranışlarımızı, düşünce kalıplarımızı, duygularımızı nasıl kontrol edebileceğimiz üzerine... Bilenler var ama bilmeyenleriniz için de yazayım; ben Boğaziçi Üniversitesi Felsefe bölümü mezunuyum. 8. sınıftaydım bu bölümü okumaya karar verdiğimde ama her zaman psikolojinin de meraklısı oldum. Üniversitede kredili kredisiz psikoloji bölümünden bolca ders alıp, üniversite sonrasında da yine birbirinden farklı eğitim programlarıyla psikoloji alanında öğrenimime devam ettim. Onca zaman sonra, dünyadaki bütün mutsuzluklar içinde; bu psikoloji, sosyoloji, sağlık ve beden eğitimi, beslenme, çevre bilimi ve finans gibi birden fazla disiplinin katkılarıyla gelişen bir bilim olan The Science of Well-Being (sanırım en uygun Türkçe çevirisi Esenlik Bilimi) bana nasıl iyi gelmişti size anlatamam. Yine aynı dönemde keşfettiğim Bollyx yani Hint danslarıyla fitnessın birleştirilmesiyle oluşturulmuş şahane program sayesinde aldığım kiloları da vermiştim. Ve yine hatırlayanlarınız varsa Youtube'da Anlatı-Yorum diye bir kanal açmıştık. Bu kanal için "İpek ile Matematik" ve öğrencilere, ebeveynlere destek videoları çekmiştik. Bütün bunların yanı sıra, Celil de ben de Karadağca dil sınavlarımızı geçtik. Ne güzel günlerdi...Ve tabii ki aşı olmadım, bedenimi çok iyi tanıyordum ve asla ne idüğü belirsiz bir şeyi vücuduma enjekte ettirmeyecektim. Beni çok iyi tanıyan doktorlarım da bu kararımı desteklediler, "Senin vücudun kimbilir ne tepki verir, seni oralarda kurtaramayız" dediler. Ama genel insanlık, aşı karşıtı olduğumdan beni cahillikle, insanlığa ihanetle ve daha birçok şeyle suçlayıp linç etmeye çalıştı. Bilmedikleri ya da anlamadıkları şey, dünyada olan tüm raporları, araştırmaları, FDA belgelerini falan bildiğim her dilde takip ediyor olduğumdu. Birçok insana kıyasla oldukça bilgiliydim. Ve tabii ki iç sesime de güvenim, her şeye güvenimden daha fazlaydı. Coronaya da son zamanlara kadar yakalanmadım :) Herkeste kendini farklı gösteren corona; bende ateş, öksürük falan yapmadı. Çirkin bir bacak ağrısı, kullanıp kenara atılmış bir sümüklü mendil ruh hali ve kısa süreli koku kaybı ile atlatmıştım o dönemi.Ve geldik günümüzeee... Corona olduğunu öğrenince sevineniniz var mı bilmiyorum içinizde ama ben o sevinen kişiyim. Çok zavallıca duyuluyor olabilir ama bu benim için; kendi kendimle kalabileceğim, mecburen evden çıkamadığım ve istediğimi yapabileceğim bir fırsat gibi görünüyor bana.
Elbette bir önceki öğrenilmişlikle ilk aklıma gelen sertifika programlarına bakmak oldu! İlhamı da bana İstanbul'dayken buluştuğum öğrencilerimin tatlı velileri verdi. Eski öğrencilerimin velileri, şimdiki velilerime beni önerirken; "İyi bir öğretmen olmasının yanı sıra, tam bir pedagog" demişler. Ne kadar mutlu olduğumu anlatamam bu yoruma, çünkü gerçekten 27 yıldır her yaş grubuna özel ders veren bir öğretmen olarak, birlikte ders yapmaktan en çok keyif aldığım yaş grubu 9-16 ama özellikle ergenler. Hep çok sevdim, hep de iyi anlaştım ergenlerle. Özetle, bu yorumun hakkını vereyim diyerek başladım yine Yale Üniversitesi tarafından hazırlanmış kısa bir sertifika programına. Ders verdiğim tüm çocuklarım tatildelerdi bu hafta. Özetle tam 1 haftam vardı normalde 1 ay içine yayılmış programı bitirmek için. Tamamen videolardan ve okumalardan, testlerden ve kısa ödevlerden oluşan; maalesef yüz yüze ders şansı olmayan bu programı; hazır corona beni uyutmuyorken bitirebilirim ve yine bir hastalığı verimli geçirebilirim dedim kendi kendime. Yaptım da! Bu sefer de davranışçı psikolojiyi, gelişim ve eğitim psikolojisini içinde barındıran "Çocuk Yetiştirmenin ABC'si" programını bitirdim. Özellikle çocuklar ve ergenler üzerine yoğunlaşmak istiyordum zaten, bu programla hedefi vurmuş oldum. Ve kafamda yine başka projeler belirdi!Dün de söylediğim gibi; Montenegro'da emlak sektörü ve turizm sektörü çok durağan. Özetle gündelik işlerimiz hem az hem de ne yalan söyleyeyim sıkıcı. Yine sordum içime, corona olduğuna sevinecek kadar saçma bir durumdaysan, ne yapmak istiyorsun?
1. Öğrencilerimle olmak istiyorum. Hatta daha çok öğrenci istiyorum.
2. Yazmak istiyorum. 27 yıldır biriktirdiğim deneyimlerimden ve okuduğum onca bölümden, aldığım onca eğitimden süzdüklerimi yazıp belki küçük küçük kitapçıklar olarak, okumak isteyen herkese sunmak istiyorum.
3. Ebeveynleriyle birlikte çocuklarla ve ergenlerle eğitim, eğlence, gezi programları yapmak istiyorum.
4. Yine online olarak, kendini anlatmak ve duyulmak isteyen ergenlerle birebir görüşmeler yapmak istiyorum.
5. Daha sık, blogda kısa kısa hikayeler paylaşmak istiyorum.
Özetle kariyerimin eğitimci alanını, biraz daha büyütmek istiyorum. Yazmaya başladım gördüğünüz gibi :) Elbette ki okundukça, geri dönüş aldıkça, paylaşıldıkça hevesi artıyor insanın. 7000-8000 okumalar alan yazılarımızdan, 100'lü okumalara düşmek motivasyonumu kırmıştı benim eskilerde. Ama dün, 120 okuma tam tersine sevindirdi beni. Onca zaman sonra, hala yazılarımızı okumaya değer gören, bize küsmemiş takipçilerimiz var dedim. Takipçi sayımızın %3.5'inin ilk günden yazımızı okuması, okuma oranlarına bakılırsa hiç de azımsanmayacak bir başarı gibi geldi bana. Çok mu Polyannacılık bilemedim ama buna inanmak istiyorum ve her geçen gün daha çok okunma oranına ulaşacağımızı ümit ediyorum.
Ve şimdi top sizde, haydi yazın bana ne düşünüyorsunuz bu kalkınma planımla ilgili?
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder