Bir Davetimiz var sizlere!

Bir önceki yazıda hayatın bizi nasıl buralara savurduğunu, çıkıp gelme nedenlerimizi paylaşmaya çalıştım dilim döndüğünce, şimdi sadede, yani vaadettiğim davete gelecek olursak;

Bildiğiniz gibi burası küçük ve yeni kurulmuş bir ülke. Sanayi neredeyse yok, teknoloji ise daha yeni yeni. Büyük şehir hayatı burada yok, dolayısıyla kirlilik, kalabalık, boğuculuk, zamansızlık v.s. de yok. Türkler, Türk dizilerinden görüldüğü kadar tanınıyor ve seviliyor. Yugoslavya tek bir ülke olduğu zamanlarda her bölge bir konuda uzmanlaşmış. Örneğin Slovenya bankacılıkla sektörünü sürüklemiş, Sırbistan sanayiyi, Hırvatistan turizmi, Bosna tarımı v.s. Ülke bölününce, bölünen her ülke diğer alanlarda biraz zayıf ve beceriksiz kalmış haliyle. Montenegro’nun daha yakın bir tarihte tekrar ayrıldığını hesaba katacak olursak, durumu daha da kolay anlayabiliriz belki.  Anlayacağınız üzere ülkede birçok eksik mevcut, birçok departman daha hiç oluşmamış, bir kısmı ise daha yeni yeni oluşmakta. Bu değişim haliyle çok şeyi tetiklemiş olacak. Her yeni kurulan iş, bağlantılı ihtiyaçları beraberinde getiriyor haliyle. (Örneğin büyük marinalar kuruluyor, bu grafik tasarımcılarını gerektiriyor, grafik tasarımcıları bir matbaaya iş yaratıyor, matbaa kağıt sektörü oluşturuyor v.s. )

Buraya Türkiye’den iş kurma amaçlı insanlar gelmeye başladılar ancak maalesef hedefleri ilk akla gelenle kısıtlı. Hediyelik eşya dükkanı. Küçük kapalıçarşılar yaratma azmindeyiz özetle J Bu kesim hemen para kazanma peşinde. Biraz daha marjinal ve sakin olanlar için ise tek tercih o yıllardır hayali kurulan kafeyi sonunda açmak. Bir de dönerci, sahte ayakkabı ve çanta sektöründe olanlar var ki onları tamamen mevzumuzun dışında tutuyorum. 

Daha gelişmiş olan ülkelerden bu ülkeye gelen insanların tutumları ve tabii ki yerel hükümetin alacağı tavrın, buranın kaderini belirleyeceğini düşünüyorum.  Biz insanlar önce cehennemi yaratıp sonra bu cehennemde hiç payımız yokmuşcasına söylenmeyi becerebiliyoruz.

Benim önerim burada bir nebze olsun kendi hayallerimizi kurmaya çalışmak. Zaten doğduğumuz topraklardan ayrılmamızın bir sebebi var, aynı sorunları yeniden yaratmayalım. Avrupa genelinde pasaportumuzdan dolayı ön yargı ile karşılaşmadığımız nadir yerlerden biri burası. Gelin birbirimize yardımcı olalım, önce hayallerimizi paylaşalım, sonra birbirimizin hayaline nasıl yardımcı olabiliriz bunları tartışalım. Birbirine bağlantılı, birbirini besleyen işler kuralım. Ne bileyim, bir kaç küçük sermayemizi birleştirip yatırımlar yapalım. Tek başımıza altından kalkamayacağımızı düşündüğümüz yükleri paylaşalım. En önemli varlığımız, en zor bulunan değer olan tecrübelerimizi ortaya koyalım. Kötü niyetli olmayan insanların çoğunlukta olduğu bir coğrafya burası. Onlarla da ilişki kurabildiğimiz, onlara da iş imkanı, kültürel ilerleme, tecrübe kazandırabilecek yapılar oluşturalım. Başka ülkelerde yaşamak isteyen, ancak çözüm bulamayan bizler gibi insanlara çözüm seçenekleri oluşturalım.  Masumluğu kerizlik olarak kabul eden vur-kaççılara, tüm iyi niyeti kısa sürede nefrete ve önyargıya çevirebilecek olan turizm magandalarına bu alanları bırakmayalım.
Biz burada turizm yapmaya çalışıyoruz biliyorsunuz,  yerleşmek isteyenlere emlak bulmasında, iş kurmasında yardımcı oluyoruz, iş alanları konusunda danışmanlık yapıyoruz. Bunlar şu anda yaptıklarımız.

Bir önceki yazıda anlattıklarımdan belki tahmin etmişsinizdir, kültür sanat alanında bir şeyler yapmak istiyorum.  Bunca yılın emeği ve tecrübesini öylece toprağa gömmek biraz canımı sıkıyor açıkçası.
Bir su sporları kulubü kurmaya çabalıyorum. Haritadan biraz olsun incelediyseniz benzersiz bir deniz yapısı olduğunu, keza göllerin bazı su sporlarına inanılmaz uygun olduğunu farketmişsinizdir. Buranın insanları,kadın erkek çocuk farketmez biraz iri ve spora oldukça yatkın.  

İpek bildiğiniz üzere çok uzun yıllardır öğretmen. Eğitim ile ilgili projeler zaten hep hayalimizin ve hayatımızın bir parçası.

Benim fikirlerim ve heyecanlarım bunlar. Olur da bir parçası olmak isterseniz ya da kendi fikirleriniz ve hayalleriniz varsa iletişime geçelim. Gelin tanışalım, hikayelerimizi anlatalım, hayaller kuralım, planlar yapalım, birbirimize destek olalım ve  adımlar atalım.

Sonuçta, her anlamda Celipe sizi farklı bir tatile davet ediyor. İsterseniz her şeyden uzaklaşmak için buraya gelin ve bu ülkeyi tanımanızda size eşlik edelim, isterseniz yeni bir hayata başlamak için hayallerinizi de beraberinizde getirin ve birlikte hayallerimizi gerçekleştirmek için çözümler üretelim. 

Hadi bu yaz görüşelim!

Eski Hikayeler

Bu sefer Celipe’nin Celil’i sizlere, kendi hikayesini anlatıyor. Aslında bir hikayeden çok, daha bir sohbet, belki de bir tür davet! Ben bu sohbette size içinde bulunduğumuz durumu anlatıyorum, benzer niyetlere ve heyecanlara sahipseniz eğer, ya da güzel bir hayat için fikirleriniz varsa paylaşılacak; işte o zaman nezaketen değil gerçek bir davet. Uzatmadan başlayalım o vakit;

İstanbul’dan ayrılma nedenlerimizi İpek geçmiş yazılarında anlatmıştı uzun uzun. Ama özetlemek gerekirse; tek sebep, nefes alamaz hale gelmiş olmaktı aslında. Hem de neredeyse her konuda. Şehrin kalabalığı, plansızlığı, gürültüsü, betonlaşması, ruhunu kaybetmesi v.s. herkesin malumu. Ülkenin bitmek bilmeyen gergin atmosferi, kültürel yozlaşması ve ekonomik dalgalanmaları zaten yeterince can sıkıcı. Beşiktaş’ta yaşadık uzun yıllar, ama gel gör ki araba egzozundan uzak ne bir yürüyüş şansı, ne denize nazır bir çay içme imkanı, ne de gün ortası ağaçlar altında oturup hayallere dalabileceğin bir soluklanma alanı. İzole edilmiş kocaman sitelerde yaşamadık hiçbir zaman. Ağaçlar kesilmesin diye çabalarken ormanların ortasında yeni yaşam alanı diye pazarlanan yağma alanlarında oturmak ihanet gibi geldi bize. Nerede eski mahalleler, nerede eski küçük esnaf ilişkileri diye söylenirken dost meclislerinde, yaşadığımız mahalleleri ve esnaf ilişkilerimizi, sitelere ve avmlere terk edemedik.
Konserlerden bir konser

Düzgün bir hayat yaşamak isteyen neredeyse herkesi kapsayan bu sorunlara, bir de mesleğimle ve ilgi alanlarımla alakalı sorunlar eklendi. Sahne ve ışık tasarımı asıl mesleğim. Yüzlerce müzisyen, müzik grubu, tiyatro ekibi ve dans topluluğu ile çalıştım. Yurt içinde ve dışında onlarca uluslararası festivalde görev aldım. Ancak ülkenin geldiği durum, neredeyse en çok bu alanı etkiledi. Etkinlik sayısı hızla azaldı, mekanlar kapandı, festivaller iptal oldu v.s. Zaten az olan seyirci sayısı iyice azaldı. Zaten kültür sanat alemi, her zaman eş dost akraba ilişkileriyle yürümeye meyilli idi, neredeyse her alanda olduğu gibi. Özgün ya da nitelikli ürünler üretmeye çalışanlar ortadan kaybolurken, bir şey üretmek yerine kendi reklamını iyi yapanlar sanat dünyasına hakim olmaya başladı. Piyasa daraldıkça körlerle sağırların birbirini ağırlaması daha da güçlendi. Niteliksizlik ve kültürsüzlük, popüler ve baskın hale geldi; sorgulayan ve eş dost akraba olmayanlar ise tasfiye edildi. Müzik festivali yapanların müzik dinlemediği, tiyatro ekiplerinin bırakın dünyadaki diğer gelişmeleri takip etmeyi, kendi oyunlarını bile izlemedikleri, kitap okuyanın samanlı iğne sayıldığı bir hale geldi. Cahillik cahilliği istihdam etti, herkes birbirine benzedi, alan memnun satan memnun, yani bu hikaye de böylece bitti. Olur da yüzyüze sohbet etme imkanı bulursak günün birinde, daha detaylı tartışabiliriz.
Hatıralar

Diğer bir konu ise; spor dünyası ile ilgili. Ben kendimi bildim bileli hep sporla iç içe oldum. Basketbol eğitimi aldım, uzun yıllar kürek sporu yaptım, spor üzerine okudum, araştırdım v.s. Ama en önemlisi hep hayatımın bir parçası olarak gördüm, özellikle takım sporları hep favorim oldu. Çocukluk yıllarından başlayan spor macerama en büyük engel, tabii ki muhteşem eğitim sistemimiz oldu. Üniversiye hazırlık ve üniversite yılları spordan en uzak kaldığım dönemleri oluşturdu. Sonrası ise daha da meşakkatli. Bildiğiniz gibi ülkenin, spor denince aklına gelen tek branş, endüstrileşmiş futbol. Basketbol bile en fazla 1 hafta (final four) süresince ilgi çekebilen bir spor. Amatör kulüpler ilgisizlikten perişan, büyük kulüplerin amatör branşları ise neredeyse nezaketen açık durumdalar. Belli bir yaşın üzerinde olup spor yapmak isteyenlerin spor salonlarına üye olmaktan başka çaresi kalmıyor. (Halı saha maçlarını diğer bir alternatif olarak saymazsak). Spor salonlarının çoğunun sahip olduğu plaza atmosferi malumunuz. Yıllarca takım sporcusu olmuş biri için fazlasıyla yalnız ve amaçsız. Protein tozuna bulanmış bodybuildingciler ile instagramda paylaşmalık selfi vücudu peşinde koşan kadınlar arasında sporun ruhunun yokluğu. Tabii ki buna bir de 6 ay eğitim alıp kendini yoga ya da pilates hocası olarak lanse eden pek sevimli arkadaşların marifetlerini de eklediğimizde sonuç yine kocaman bir nefes darlığı.
Ömerli Barajı 1x

İstanbul’da durumlar böyle idi zamanın birinde. Sosyal hayatta vakitsizlik, iş hayatında yapış yapış bir cahillik ve spor hayatında olanaksızlık, bütün yaşam sevincimizi bizden alıp götürdü. Sonra apar topar Montenegro maceramız başladı. Başımıza gelenleri İpek zaten detaylarıyla paylaştı. Tabii ki ilk zamanlar tüm konsantrasyonumuz hayatta kalabilmek üzerine oldu. Küçük bir iş, yaşayabilecek bir yer, aç kalmayacak kadar yerel dil... Sonra zamanla başka işler, yardımlaşmalar, yerel arkadaşlar, bizim gibi buraya göçenlerle kurulan ilişkiler ve sonunda hayatı daha da güzelleştirme çabaları!

Bir sonraki yazı tamamen size sunmak istediğimiz davet ile ilgili, o zaman buyrun!