Kış devam ediyor;
hikayelerimiz de devam ediyor haliyle. Gerçi bu sefer tek bir hikaye değil anlatmak
istediğim; bir çok hikaye. Bazıları geçmişe, bazıları bu güne ait. Kimisi
tamamlanmış, kimisi neredeyse daha başlamadan sonlanmış. Montenegro’dan
hikayeler, kişileri o kadar uzaktan bakınca belirsiz. Bazen yalnızca tek
kişinin hikayesi gibi görünse de aslında ortak bir anlatıyı taşıyor, bazen
sahiden binlerce kişinin arasında yalnızca tek bir kişinin hikayesi. Reklam kokan,
parası verilmiş haberler gibi değil; ne
de cennet vaad eden bir kandırmacanın...
Bir yarımada fotoğrafının alt yazısı gibi değil. Ne yaşanıyorsa olduğu gibi,
yaşandığı gibi. Menfaat peşinde koşmaktan çevresini görebilmekten uzak tüm
zihinlere inat, akıp giden hayatın aslında milyarlarca küçük hayatın birleşimi
olduğunu unutmamak için...
Buyrun Montenegro
hikayelerimize:
İlk hikaye bir
adamın hikayesi; buranın zengin ailelerinden birinin oğlu. Olduğundan en az 15
yaş daha yaşlı gösteren bir orta yaşlı. Küçük bir yere kıyasla önemli bir işte
çalışıyor, hali vakti yerinde; aileden kalanı yemeyip biriktirmiş, hatta üstüne
eklemiş belki. Yalnız yürüyüşler yapıyor
genelde, onu bir arkadaşıyla beraber kimse görmemiş. Mesafeli ve üst perdeden
bir tavrı var genelde. Ukala bir gülümsemenin altına saklanmış bir kırılganlık
gibi. Eğer umursarsan, tuhaf bir şekilde hüzünlü.
İkinci hikaye
küçük bir kız çocuğunun hikayesi: Beden derslerinde çok yetenekli, imkanı olsa
kimbilir belki jimnastik şampiyonalarına gidebilecek ufak bir çocuk. Ama burada
ne şampiyona ne de jimnastikle ilgilenen herhangi biri var. Babası izin verse
belki Belgrad’da bi.... Cümle tamamlanmıyor, sıra ona gelene kadar onca dert
var ki...
Bir kadın var
mesela, şu ana kadar en az on kere yeniden tanışmışızdır. Aaa merhaba, ne iş
yapıyorsunuz? Öyle mi? Ne güzel! Bir dakika beklerseniz bir dosya getireyim.
Evet, bu annemden kalma ev, bir alıcı bulabilir misiniz? Telefonumu da yazdım
altına. İyi günler, iyi günler. Aynı dosyanın
bir kaç nüshası evimizde birikmiş durumda. Aynı günün tekrar tekrar yaşandığı Hollywood
kurguları gibi. Elimizde biraz yıkık bir ev var ama deniz kenarı, sayısız nüsha da var elimizde, ilginizi çekerse bir nüsha da
size yollayalım; hatta direk telefon numaranızı bu ablaya verelim, siz sağ biz
selamet...
Genç bir adam
var, daha yeni gelmiş ülkeye. Ne iş olsa yaparım diyor, yeter ki geri
dönmeyeyim. Ne iş yapacağını bilmiyoruz, belli olunca sizlere de haber veririz;
umarız dönmek zorunda kalmaz.
Ergen bir
delikanlı var, kendini göstermeyi çok seviyor. Arkadaşlarının arasında en baskın olanı. En çok topu o
sektiriyor, en çok şınavı o çekebiliyor. İyi de bir vücüt yapmış laf aramızda.
Arkadaşları dağıldıktan sonra bazı geceler denize bakan bir duvarın üstünde
oturuyor tek başına. Gemilerde çalışmak zorunda kalmakla boş gezmek harici bir
tercih var mı diye düşünüyor belki. Yaza
az kaldı, bicepsleri biraz daha büyütmem lazım diye de düşünüyor olabilir tabii
ki.
Biz yaşlarda bir
şoför var mesela; her şoför gibi en iyi araba kullananın kendisi olduğuna
inanıyor. Muhteşem hikayeleri var,
umarız karşılaşırsınız ve sizlere de anlatır. Okuduğu okulu yaktığı bir hikayesi
var, bizim favorimiz. Adalet duygusu
fazlaca gelişmiş. Terazisi çok düzgün yani. Bu zamanda fazlaca bulunmuyor
maalesef, onun için altını çizmeyi elzem görüyorum. Haksızlığa tahammül edemiyor. Yanlış yapanın
hemen cezasını kesmek istiyor, genellikle de kesiyor. Örneğin bir gün onu hatalı sollayan bir tırı
durdurup, anahtarını alıp eve gitmiş. Aynı
zamanda yaratıcı gördüğünüz gibi. Herkes
böyle olsa dünyanın şu haline oranla daha güzel olacağı kesin, daha güzel ve
daha komik.
Genç bir kız var,
biraz içince aslında her şeyi bırakıp şarkıcı olmak istediğini söylüyor. Ama biraz
içmeyince unutup hayat gailesine dalıp gidiyor.
Bir kaç
üniversiteli genç var, ev yapımı bira yapıyorlar, biraları da etiketleri de
pırıl pırıl; gençlik ve enerji taşıyor.
Bir kaç üniversiteli var; bir şeylere
muhalifler, tam da olmaları gerektiği gibi.
Bir kaç üniversiteli var, efendi
efendi okullarına gidip geliyorlar, etliye sütlüye karışmıyorlar, tam da
karışmamaları gerektiği gibi.
Bir kaç üniversiteli var, okuyup ülkeyi aydınlığa
taşıyacaklar ya da mezun oldukları gün kaçıp gidecekler. Hayalleri bulanık,
aldıkları eğitimin niteliği tartışmalı, gelecekleri çok da belirgin değil ama
en azından kimse onları bombalarla patlatmayı aklının ucundan geçirmiyor.
Başka bir genç
kız pizzacıda çalışıyor. Bana sorarsanız 18 yaşında. (yaş tahminim en iyi
yeteneğim olmadı hiç) İki çocuğu var, neredeyse tüm akranlarının olduğu gibi.
Ortalamaya bakınca doğru olanı yapmış yani.
Hep bakımlı, özellikle saçları ve tırnakları. Ülkenin en önemli harcama
kalemini bu iki departman oluşturuyor sonuçta. (Bu yazıdan sonra kuaför açmak
istiyorum diye mesajlar alırsak alınganlık göstereceğimi şimdiden belirtmek
istiyorum).
Bir çocuk var,
çok güzel, haşarı, sesi çok çıkıyor, babasına hayran.
Bir çocuk var,
çok güzel, sessiz, köşeye koysan unutursun, o derece.
Bir çocuk var,
çok güzel, enerjisi bitmiyor, her çocuk gibi.
Bir çocuk var,
çok güzel; ailesi yanındaysa bizle konuşmuyor, onlar yoksa boynumuza atlıyor.
Bir çocuk var,
çok güzel, daha anne karnından sigara dumanı içinde yaşıyor, doğunca da
kurtulamayacak zaten.
Bir çocuk var,
çok güzel, koşup oynamayı, özellikle suda arkadaşlarını kafasından bastırmayı
çok seviyor, umarız eline ipad verilip sersemletilmeyecek. Umarım bu virüs, bu
ülkeye de bulaşmayacak.
Bir çocuk var,
çok güzel, birileri onun geleceği için bir şeyler yapmazsa, aynı sorunlarla
boğuşmaya devam edecek. İnşaat-turizm ikilisinin gazabından bakalım nasıl
kurtulacak?
Genç bir adam
var, hem şişman hem uzun. Bazen parkda spor yapıyor, bazen parkta ot içiyor.
Bazen de parkta spor yaparken ot içiyor ama nadir. Ama kibar çocuk, ne zaman
göz göze gelsek mutlaka ikram ediyor. (meraklısına not: kullanmıyoruz). Spor
konusunda başarılı. Cüssesine oranla yorulmak bilmiyor ya da yorulduğunu idrak
etmiyor, tam emin değilim.
Bir kadın var,
neredeyse bu çevredeki tüm apartmanlara temizliğe gidiyor. Sessiz, varlığı
yokluğu belirsiz. Yabancı dil konuşamıyor. Ama gözleri çok tanıdık gibi.
Kimsenin yapmak istemediği işlerde çalışan ama bundan gocunmayan onlarca
tanıdığımı hatırlattığı için belki. İki tane çocuğu var, istisnasız her yanımdan
geçişlerinde selam verdiler, bir gün dahi atlamadan. İyi insan yetiştirmenin
özel okullarla, dökülen milyonlarla pek de alakası yok sanki. Eğitim uğruna
harcayacağın milyonları kazanmak için ruhunu kaybetmene ve kendini suçlu
hissetmemek için daha da fazla paralar
harcamana gerek yok özetle.
Genç bir kız var,
üniversite okuyor. Boş vakitlerinde markette çalışıyor. Dizilerden Türkçe
öğrenmiş. (Bu zamana kadar yüzlerce iskandinav, alman, japon v.s. dizisi/filmi
izlemişizdir, merhaba demeyi öğrenmişliğim mevcut değil). Her markete gidişimizde
bizi merhabalarla karşılıyor, biz meyve sebze alış-verişi yaparken o da bizden
gramer alış-verişi yapıyor. Öğrendiği
Türkçe ile ne yapmayı hedeflediği meçhul. Belki yalnızca ülkede artan Türk
nüfusunu bir nebze olsun anlamak istiyor. Bazen anlamanın, insanın başına
gelebilecek en büyük felaket olduğunu ona nasıl anlatacağız henüz bilmiyorum. (Bazı
günler arka masamda Türkçe bir sohbet oluyor, eve gidip Sırpça diziler seyredip
Türkçe’yi unutmak istiyorum).
Bir adam var,
uzun yürüyüşler yapıyor, tek başına. Herkes hikayesini dışa vuracak diye bir
şey yok. Belli ki o içinde yaşamayı seviyor. Belki sorarsanız anlatır, belki de
anlatmaz. Benim anlamak için sormaya ihtiyacım olmadı. Hatta tam aksine, sorarsam
anlayamazmışım gibi geldi hep. Siz bilirsiniz yani.
Evli bir çift
var, farklı ülkelerden. Kendi ülkelerini bırakmak için türlü sebepler taşıyan.
Kız ülkesini çok seviyor hala, hatta laf söyletmiyor. Adam kız kadar ülkesine
bağlı değil. Burada bir iş kurmuşlar beraber, aynı işte çalışyorlar yani. Bir
evlilik için en tehlikelisi; bazen de çevre için en tehlikelisi. Kız düzenden nizamdam sorumlu, adam da halkla
ilişkilerden. Adam düzenden, kız halkla ilişkilerden sorumlu olursa her şey
tuhaf bir hal alıyor. Bazen bunca farklı
parametrenin içerisinde uyumlu bir denge bulmuş olduklarını görmek huzur
veriyor. Bunca dil, kültür, anlayış farklılıklarına rağmen birliktelikleri
ilham verici. (Ama bazen gerçekten çok komik küçük çatışmalar yaşanıyor,
görmeye değer.)
Bir kadın var,
gençliğinde cruiselarda çalışmış, dünyanın çeşitli yerlerindeki limanları
görmüş. Artık merak etmiyor dünyanın başka yerlerindeki başka limanları.
İnsanla iç içe iş yapan herkesin yaşadığı insandan soğuma sorunundan müzdarip.
Bir grup insanla aylar boyunca bir gemiye kapatılmak,benim de en kötü kabuslarım sıralamasında ilk üçte! Para
kazanmayı istiyor, ama parayı harcamak için uzak diyarlara yapılan yolculuklar
onun hayali değil.
Genç bir kız, bir
dükkanda çalışıyor tezgahtar olarak. Söylenene göre evlilik çağına gelmiş,
(evet burada da evlilik çağına geliniyor, ve birileri bunu söylüyor). Kendisi
de evlenmesi gerektiğini düşünüyor. Ya da evlenmezse, elindeki bu hayatla daha
anlamlı ne yapabileceğini düşünmekten korkuyor. Bazen teslim olmanın en
zararsızı olduğuna inanıyor. Boşanmak diye bir şey var sonuçta. Çevresinde
sayısız örnek var, örnek alabileceği: evli mutlu çocuklu ya da çocuklu, boşanmış ve mutlu. Bir de kötü
örnekler var, büyüklerinden hikayelerini dinlediği: Kafaya takıp uyuşturucuya bağlananlar,
hiç kafasına takmamasına rağmen uyuşturucuya bağlananlar, herkes bağlandığı
için arada kaynayanlar (Epeyce kalabalık bir kuşak şu anda yaşamıyor. Biraz da
bu sebepten yaşıt bulmakta zorluk çekmemiz). Yırtmak için mafyaya bulaşanlar var bir de;
onların da hikayesi çok parlak bitmiyor. Bir de göçüp gidenler var, onların
hikayesini bilmiyoruz, belki başka bir çocuk bir gece yarısı onların hikayesini
yazıyordur. Genç kızın tercih skalası bunlarla kısıtlı olunca, evli mutlu
çocukluya yönelmesi pek zor olmuyor haliyle.
200 küsür tane
köpek var; tel örgülerin arkasında, işlemedikleri bir suçun cezasını çeken.
Durumları bir çok ülkedeki kaderdaşlarından iyi açıkçası ama tabii ki hapis
aynı hapis. Kimisi bir eve kavuşmak
istiyor, kimi belki üzerinde uyuyacak beton harici bir şeyi. Bazıları bir çocuğun doğum günü hediyesi
olmuş, bazıları geçici bir hevesin. Bazıları sokakta doğmuş, bazıları sonradan
kendini sokakta bulmuş. Toprağı istila
etmemizin sonuçları. Hayvanların yaşam alanlarına şehirler kurup sonra steril
şehirlerimizde onlara yer vermememiz gibi. Hayvanları yenilebilenler ve
yenemeyenler diye ikiye ayırmamız kadar tuhaf. Bir şeyi sever misin diye
sormanın aslında onu yemeyi sever misin anlamına gelmesi kadar vicdansız! Kimsenin görmek istemediği, yalnızca onların
yalnızlığını da yüreğinde taşıyabilecek gücü olanların ilgilendiği 200 farklı
hikaye (Belki de kimsenin ilgilenmediği!).
Binlerce, on
binlerce, yüz binlerce ağaç var. Bazen ülkeler birbirine mesaj vermek için
ateşe veriyor. NATO’ya gelsene, yok AB daha güzel, yok en iyisi Slav Birliği, yoksa
yeniden mi birleşsek derken bir iletişim yöntemi olarak ormanlar yakılıyor. Göz
gözü görmüyor bazen, yollar kapatılıp evler boşaltılıyor. Bazen yamaçlar alev
almışken ahali denize giriyor umarsızca, bazı rüzgarlı günler kül yağıyor.
Ateşler hırsını alıp çekildiğinde simsiyah utanç lekeleri kalıyor insanın içini
yakan. Biz inşaata yer açmak için orman yakan bir coğrafyanın evlatları olarak,
bu mesaj amaçlı yangınları pek idrak edemiyoruz.
Bir kadın var;
okuduğu büyük büyük isimli okulları geride bırakan. Koşturmacadan ve
korkulardan uzakta; özgür yaşamaya çalışan. Giydiğinin tahrik edici olup olmadığını,
bir kadının gece sokakta olması için uygun saat aralığında mı olduğunu, öyle
derse yanlış mı anlaşılacağını, dinen cayiz olup olmadığını, büyüklerimizce
uygunluğunu ya da adet örf ve ananelerde
yerinin olup olmadığını düşünmek yerine, örneğin bir çocuğun mutlu uyumak için en
az kaç saat dans etmesi gerektiğini düşünmeyi tercih eden. Yaşamak için farklı
işler yapmak zorunda burada; ama en büyük hayali mikrofon elinde insanlarla
konuşup insanlarla hayatı paylaşmak. İnsanların
çıkar uğruna yaptıklarıyla umutları zedeleniyor ama bir hoş sohbetle yeniden
çocuk gibi umut etmeye devam edebiliyor. Eğitimcilik kanında var. Tanıştığı herkesi
hayat karşısında güçlendirmeye çabalıyor. Yaşamak için güzelleştirmeye
çalışıyor, ama bazen birileri güzelleşmeye o kadar direniyor ki...
Bir adam var;
büyük yapıları, büyük kurumları, büyük işleri ve büyük lafları arkasında bırakan. Vasıfsızların ahbap çavuş ilişkisiyle köşeleri
tutmasına delirip; içi boş amacından sapmış her türlü yapıdan ve arkadaşlıktan
koşarak uzaklaşmaya karar kılan. Şu sıra bunlardan koşarak kaçamayacağı
gerçeğiyle yüzleşmeye çalışıyor. Bu insanlar varlar ve maalesef ezici bir
oranda çoğunluktalar. Yanlış anlamayın, o partinin ya da bu partinin mensubu
filan da değiller üstelik. Bizzat bir el uzatımı mesafede, aramızdalar. Bildiği
felsefi teorilerle bu durumun altından kalkamayacağını düşünüyor. Bunca yıl
içinde boğulduğu batı felsefelerine şu sıralar biraz mesafeli. Siyahsız beyazın, kötüsüz iyinin olamayacağını
söyleyen doğu felsefeleri belki doğru istikamet. Ama bir sorunu var, doğu felsefelerinin bir
çoğu da tüccarlar tarafından parsellenmiş. Canı sıkılanın sertifikalı guru
olması, felsefeye ulaşabilmesinde en büyük engel. Belki doğu felsefesinin özü,
sahte aracıları geçip öze ulaşabilmektir. Akıl sağlığını koruyabilmek için,
elinden geldiğince spor yapmaya, okumaya ve yazmaya devam ediyor.
Şimdilik bu kadar
Montenegro’dan (Aslında daha da spesifik konuşmak gerekirse Tivat’tan. Yağmur
çamur çok uzaklaşamıyoruz haliyle). Daha anlatılacak onlarca hikaye var ama
onlar da bir dahaki sefere artık. Yaşandıkça
anlatırız yarım kalan hikayeleri ve umarız güzel insanlar güzel hikayeler
kurarlar burada, biz de paylaşır hikayenin kendisi oluruz belki...