2018 Montenegro Dersleri...

Bir yıl daha bitiyor. Her sene olduğu gibi; her olan kötü şey de, iyi şey de o yıla mal ediliyor. "2018 bana şunu verdi, benden onu aldı. 2019 iyilikler getirsin...". Aslında ne alan ne veren var ortada. Zamana adını veren de biziz, onu öyle bölen de, olayları yaşayıp şekillendiren de... Hayatımızı tiktaklar arasına sıkıştırıp, suçu da başarıyı da o tiktakların üzerine yıkmak en kolayı. Geriye dönüp hatırlamak için kolaylık. Peki hatırladığımız her şeyden kendimize bir akıl defteri yapıyor muyuz? Geçen yılların muhasebesini dürüstçe tutup, bir sonraki yıla temiz bir defterle başlıyor muyuz? Zira değişen bir şey yok. 2018 ile 2019'u birbirinden ayıran da birbirine bağlayan da sadece 1 tık, 1 dakika, 1 başa dönüş. 31 Aralık ile 1 Ocak arasında hiçbir zaman sihirli değnek olmadı. Ama insan psikolojisi, her eskime döneminde yeninin enerjisine ihtiyaç duyar. Bir defter alırsınız. Yazdığınız sayfalar çoğaldıkça, defter size daha ağır gelmeye başlar. Boş sayfalar bitmeden, yeni defter alır insanlar çoğu zaman. Yeni iş, yeni defter; yeni aşk, yeni defter... Eski defterin özetini çıkarmadan alınan her defterin kaderi, eskisiyle aynı olacaktır. Aynı hatalar, aynı hor kullanmalar, aynı karalamalar...



İşte ben de bu sebeple 2018 Montenegro derslerimizi yazayım dedim. Yazayım ki, takılmayalım aynı taşlara. Akıl defteri burda dursun ki, geri dönüp bakabilelim unutmaya meylettiğimiz zamanlarda...

Ders 1: İstanbul'daki hayatından neden vazgeçtiğini unutma ve Montenegro'da da aynı insana dönüşme!

Bloğu baştan beri takip edenler de, bizi tanıyanlar da biliyorlar neden buraya göçtüğümüzü. Biz, birçokları gibi AB umudu, vizesiz Avrupa kandırmacaları, vatandaşlık yalanlarına inanıp gelmedik buraya. İstanbul bizi boğdu 2014'ün sonunda. İşlerimiz iyiydi, evimiz çok güzeldi (ki halen rüyama giriyor ara ara) ama bütün bu güzellikleri yaşayabilecek vaktimiz ya da trafiğe ve kalabalığa tahammül edecek sabrımız yoktu. Yılın büyük bir kısmını yurtdışında geçiriyorduk ve her dönüşte daha büyük bir kaosla karşılaşıyorduk. Ben 2015 Şubat'ında tamamen boğuldum. Evden asla çıkmak istemeyen biri haline dönüşmüşken (Celil zaten ev insanıdır, o sebeple evden çıkmamak onun için bir kriter değildi. Ben sosyal bir sokak böceği olduğumdan, evden çıkmayan İpek için tehlike çanları çalıyor demekti.) yolumuz Montenegro'ya düştü. Nefes almanın ne demek olduğunu hatırladık ve bütün hayatımızı sıfırlama riskine girdik. Kaldı ki daha önce gurbet tecrübemiz de yoktu, yani bir daha hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını, dönsek bile aynı insanlar olamayacağımızı bilmiyorduk.
Pişman değiliz, yine olsa yine geliriz o kısımda sorun yok. Ama 3 yılını burda tamamlamış ve 4. yılını süren insanlar olarak, rutine bağlanan her hayat gibi biz de son zamanlarımızda buraya geliş amacımızı unuttuk. İşlerle boğulduk. Çevremizdeki insanların hayat kavgasına dahil olduk farketmeden. Aslında hiçbiriyle ne aynı konumda ne de aynı amaçtaydık. Ama olur ya herkes bir şey yaparken sen yapmıyorsan garip hissedersin. Montenegrolulardan aldığımız dersleri unutup, aynı pasaporta sahip olduğumuz insanların etkisinde kaldık. Neyse ki kısa sürede ayıldık. Günde 20 saat çalışan, hayatı kaçıran, haksız rekabet içinde (zira biz yalan söyleyip, para için insanları kandırmıyoruz kimse bunu takdir etmese de) boğuşan insanlardan olmayacağız yine. İstanbul'daki hayatımızdan, onu başka coğrafyalara taşımak için vazgeçmedik! 2019'a, buraya ilk geldiğimiz senenin heyecanı ve dinamikleriyle başlamayı hedefliyoruz.



Ders 2: Bir insan hakkında, ilk hissettiğin her zaman doğrudur. Sen yine de şans ver ama koruma kalkanını asla indirme. Birinde dikenleri hissettiysen, bil ki ilk fırsatta sana dikenini batıracaktır.

Buraya gelirken hiç böyle bir planımız olmasa da, merak eden ve yardım isteyen herkesin sorularına cevap vermeye çalıştık. İşimiz danışmanlık olmasına rağmen, yani aslında her sorudan para kazanılması gereken bir iş olmasına rağmen bunu yapmadık. Doktora gittiğinizde; hastalığınızı yanlış da teşhis etse, bir sorun bulamasa da para ödemiyor musunuz? Ya da avukata gidip her şeyi ücretsiz danışabiliyor musunuz? Ama dediğim gibi biz, bize yaklaşımı düzgün ve saygılı, mailinde derdini düzgün anlatmış olan herkese dönüş yapmaya çalıştık (Son dönemde o kadar çok mail alıyoruz ki, halen dönemediklerimiz var. Biz ters bir şey mi yazdık diye düşünmeyin. Son 2 haftada gelen maillerin bazıları halen cevaplanmadı.). Kimilerini evimizde bile ağırladık ki bu pek bizlik bir durum değil zira evimize kolay kolay davet etmeyiz kimseyi iyice güvenmeden.
Zaman içinde müşterimiz olup buraya yerleşen, müşterimiz olmasa da yardım isteyen herkese elimizi uzattık. Bildiklerimizi, bu ülkenin dinamiklerini, nasıl daha iyi iş yapabileceklerini, hangi iş kollarından uzak durmaları gerektiğini, ev alırken ya da kiralarken bakacakları şeyleri, bizi dolandırmayı deneyen insanları açık yüreklilikle anlattık. Ama öğrendik ki yapmamalıydık. Yani herkese yapmamalıydık. Çünkü biz, gurbetçilik psikolojisiyle aynı dilde konuşabildiğimiz ve birazcık da olsa bize yakın hissettiğimiz insanları "arkadaş olabilir" başlığı altında toplamaya çalıştık. E tabii ki olmadı. Olamazdı da. İstanbul'da olsa aynı masada oturmayacağın insanla sırf gurbettesin diye aynı masada oturamazsın. İçten içe "yarın bir gün o da benim arkamdan iş çevirecek ama hadi bakalım" diye düşünüp, iç sesimizi bastırdığımız herkes (eski arkadaş, aile dostu, kardeş, tanıdık tanımadık vs.) elbette gün geldiğinde önce bize dikenini batırmaya çalıştı. Kendi içlerinde elbette muhteşem kaynaştılar zira aynı toprağın ürünleriydi onlar; bizde o topraklarda büyümüş ayrıksı otlarıydık. Zaten o sebeple gelmiştik başka topraklara. Hatta İstanbul'da, burdakilerin yaptığının onda birini yapmamış insanları çıkardık hayatımızdan...
Kimsenin arkasından iş çevirmediğimiz için salak damgası yedik bir de burda :)) Yine çoğunluk oldular yani... Ama biz akıllandık. Aynı masada oturup, adımızı sizinkinin yanında andırmayacağız. Özetle evet, biriyle tanıştığında ya da tarihten biri çıkıp geldiğinde iç sesin ne diyorsa, o her zaman doğrudur. Sen makasla şekil vererek kağıttan bebekler yapmaya çalışsan da, o bebekler mutlaka yırtılacaktır.   

Ders 3: Kimseyi uyarma, insanlar hayallere inanmayı seviyor. Sen doğruları söylediğinde senden kaçıp, ona yalanlar vadedenlere gidiyor. Çünkü her insan kumar seviyor. 

Kumarhanelerin neden dolduğunu, orda uzun zaman geçirebilen insanları anlamak demekmiş insanlığı anlamak. 5 lira borç istesen vermeyecek herkes, 50 lirayı kaybedeceğini bile bile kumar oynar. Çünkü milyonda bir ihtimal de olsa, o ihtimalle besler kendini. Baştan uyarsan da, bak her zaman kasa kazanır desen de dinlemez seni. Sırf dinlemese iyi! Gizli gizli yapar, senle bir daha görüşmez. Montenegro'daki durum son 1 yıldır tam da böyle. Umut tacirleri milyon eurolar kazanıyor kumar meraklısı insanlar sayesinde. Vatandaşlık, vizesiz Avrupa hayalleriyle; kazandıkları 3-5 kuruşu da burada şirket açmaya, tapusuz evler almaya yatırıyorlar. Burda 1 senesini doldurmadan danışman olanlar, küpünü doldurmaya devam ediyor. Para verenler de gerçekleri duyunca biraz söylenseler de, para vermeye devam ediyorlar. Bir de dönüp "Siz tam bilmiyorsunuz sanıyorum, biz sizin söylediklerinizi anlattık danışmanlarımıza ama yok öyle bir şey dediler" demiyorlar mı? O sebeple ders şudur: Bir daha "biz şu danışmanlık firmasıyla şirket açtık, şurdan ev aldık ama sorunlu, kazıklandık, dolandırıldık" beyanatlarıyla gelen hiç kimse için zamanımızı ve enerjimizi harcamayacağız. Siz kumarı sevmişsiniz ve kaybetmişsiniz. Yapacak bir şey yok.

Ders 4: Sadece seninle aynı pasaportu taşıyor diye insanların yaptıklarının altında ezilme. Sen hiçbir zaman aynı çamurda oynamadın.

Bu tamamen bir gurbet dersi. İlk sene bu dersi çıkarmadık zira yaşadığımız şehirde toplamda 3 Türk'tük. Dolayısıyla "Türkler öyle, Türkler böyle" algıları sadece izledikleri dizilerden ibaretti. Özellikle son 6 ayda damgalanma hali başladı. İşin komiği dolandıran da dolandırılan da Türk çoğu zaman. Ama lokaller de payını alıyor elbette bu durumdan. Gözlemledikçe güvenlik önlemlerini artırıyorlar. Dedikodular büyüyor. Kimilerinin ismi çıkıyor. Bizse bunun altında ezildikçe eziliyoruz, üzülüyoruz. Yok arkadaş! Sadece sizle aynı pasaportu taşıyoruz diye sizden biri değiliz. Geldiğimizden beri iğne oyası gibi ördüğümüz ilişkilerimiz, gayet mutlu devam ediyor. Onlar başlarına gelenleri anlattıkça eğilip bükülüyoruz içten içe. Onlarsa, "Kusura bakmayın, sizin milletiniz ama yani üstünüze alınmayın" diye 40 kere söylüyorlar. Artık alınmayacağız evet. Bunu daha önce kendimize ne kadar söylesek de bozuluyorduk. Madem ayrışıyoruz yine, ayrışalım. Yüzsüz tavırlarınızın, daha dün belki de sayemizde tanıştığınız insanlara davranışlarınızın sorumlusu sizsiniz. İşinize gelince "Biz diğer Türkler gibi değiliz" diyen de sizsiniz ne komik ki. "Diğer" derken? Olay millette, pasaportta değil içinizde. Bakkalınıza gelip indirim isteyen kişinin arkasından atıp tutuyor ama ülkede pazarlık alışkanlığı olmamasına rağmen lokallerle 3 kuruşun pazarlığını yapıyorsunuz. Lokallerin yemek kültürü yok diye eleştiriyor ama pizzaları lüplüp yutuyorsunuz. Tembel buranın halkı, salak diyor ama dükkanlarınızda 16 saat tek kişiyi çalıştırmaya kalkıyor ve emeğini sömürüyorsunuz. Türk'ün Türk'ten başka dostu yok sözüyle cümleye başlayıp 800 euroya kiraladığınız dükkanı 2000 euroya amcaoğlunuza kaktırmaya çalışıyorsunuz. Amerika'yı ilk keşfeden sizmişsiniz gibi, sizden başka 1000 kişinin daha yaptığı işi "benimki başka" diye anlatıyor ve elbette aynı bataklıkta boğuluyor ve çevreyi dolandırmaya kalkıyorsunuz. Yetmiyor daha da yüzsüzce "e bu parayı nasıl çıkaracaktık? Bize yapılırken iyi, biz yapmayalım mı?" diyorsunuz. Bu dünyada iyiler ve kötüler var. Kimliklerimiz var evet, biz ne kadar üstlenmesek de zararı dokunuyor; ama bizi biz olarak tanıyanlar, kimliğimizi değil kalbimizi görüyor.


Ders 5: Herkesin yapabileceği işleri, herkesin yaptığı gibi yapıp sıradan olma. Farklı ol. Farkını ortaya koyacağın alanlar bul.

Dünya kadar eğitim ve öğretimin, birikimin üzerine; hayatımızı idame ettirebilmek için en vasıfsız insanın bile yapabileceği bir işimiz var. Elbette verilen hizmetler, kurulan ilişkiler arasında fark var ama bunu kaç kişi anlıyor ya da önemsiyor ki? Biz o farkı anlayan insanları seçmek için başka bir çalışma sistemiyle ilerliyoruz zaten. Ye kürküm ye insanları, bir emlakçıdan şık bir ofis bekliyor mesela. Dünyanın artık ofislerden uzak, daha rahat ortamlarda çalışmaya yönelmesi önemli değil. Camlarda evlerin fotoğrafları olacak, içeride sizi önce bir sekreter karşılayacak, çay-kahve-şeker-çikolata ikram edilecek, hatta havaalanından karşılanacaksınız lüks araçlarla, konaklamanız da ayarlanmış olacak, size evleri gezip karar vermek kalacak. Siz de kendinizi kral/kraliçe gibi hissedeceksiniz. Böyle bir hizmetten sonra asla kötü bir sonuç almayacağınızı düşüneceksiniz. Ne derlerse inanacaksınız. Paraları bayılacaksınız. Şahane bir pazarlama şekli aslında. Ağları kuruyorsun, avı düşürüyorsun. Bizde ne bu şık ofisler, ne ağlar, ne karşılamalar yok. Bunları önemseyip gerçekleri görmeyen insanları istemiyoruz zira. 100 müşterimiz olmasın. 10 tane olsun bizim olsun. Buraya kadar her şey tamam. Ama dediğim gibi herkesin iç cebinden "danışmanlık ve emlak" kartı çıkardığı bir ülkede, bu işi yapmak keyifsiz bir hal alıyor. O sebeple 2019'u özümüze dönerek, eğitim-dans-nefes-dönüş üzerine yoğunlaşarak ve kendimize yeni iş kolları yaratarak değerlendirmeye karar verdik. Ben özellikle çocuklarla çalışmalıyım. Onlarla arınmak gibisi yok... Emlak ve danışmanlık kısmını çöpe atmıyoruz elbette. Onca emek boşa gitmeyecek ancak günü ya da haftayı böleceğiz diğer işlerimiz için.

Ders 6: Sev, sevgini paylaş, haykır! Dünyayı sadece sevgi kurtarır. Nefretle içini çürütme, o sadece sana zarardır.

Yılın en önemli dersi bu. Ben fil hafızalıyımdır, Celil balık. Ben asla unutmam bana yapılanı. Canımın acıması oranında öfke büyütürüm içimde. Çok sevimsiz bir durum bu. Çünkü öfke duyduğum kişilerden intikam alamam elime fırsat bile geçse. İşlerinden edemem, hayatlarını baltalayamam. Vicdanım rahat etmez sonra. Kendi kendilerine bulsunlar acıttıklarının karşılığını derim. Ama her gördüğümde de öfkem kaşındırır içimi. İşte bu yılın dersi bu. Vicdanınla öfken savaşamıyorsa, öfkeni sulayıp büyütmemeyi öğrenmelisin. Bırak gitsin. Sen, acından ders al ve önüne bak. Öfke de bir duygudur ve seni acıtan kişi, senin hiçbir duygunu haketmez. Yok, hiç olmalı ve öyle kalmalıdır. Sen sadece sevgiye, sevdiklerine ve sevgiyi hakedenlere odaklan. Sevgidir bizi kurtaracak olan.



Ders 7: Montenegro'ya göçerken, dersimiz gurbet olacak sanıyorduk. Dersimiz salaklık boyutundaki iyi niyetimiz ve kaçamadığımız insanlarımızmış. Demek ki asıl ders, içimizdeymiş. Nereye gidersen git, kafan seninle geliyor :) Özüne dön, kendini bul ve gerçekleştir. Yoksa nereye gidersen git, aynı şeyleri yaşayacaksın.

Yeni yıl herkese kalbindeki iyilik kadar güzellik getirsin.

Montenegro'dan sevgilerimizle...


A Planı Montenegro


Farklı bir hayat kurmak için geldik biz Montenegro’ya, büyük paralar kazanmak ya da rant peşinde koşmak için değil. Sonra yaşadığı hayattan bunalan, kendisi ve ailesi için bir çıkış yolu arayan herkese bir nebze umut verebilmek için paylaşmaya başladık yaşadıklarımızı. Paylaştıkça sesimizi duyanlar çoğaldı; misafirlerimiz oldu başka başka şehirlerden; takipçilerimiz oldu yeni jenerasyonun tanımlamasıyla; bizi merak eden arkadaşlarımız oldu bizim tanımlamamızla.

Biz yalnızca başımızdan geçenleri anlattık, başımızdan geçenlerin içimizde titrettiği tellerden bahsettik.  Küçük hayallerimizden, ukdelerimizden, yıllar geçse de hala zorumuza gidenlerden bahsettik.  Sizler de duydunuz sesimizi; başladınız kendi hikayelerinizi anlatmaya. Kimi zaman kısa mesajlarla, kimi zaman uzun maillerle ve tabii ki  yüz yüze anlattınız kendi hikayelerinizi.

Başlangıçta zor geldi itiraf etmek gerekirse; bunca ağırlığı taşımaya hiç de hazırlıklı değildik. Her hikaye bizi daha da derine çeker hale geldi. Kimi tüm açıklığıyla anlatmayı tercih etti olan biteni, kimi yalnızca özlediği hayata dair ip uçları verdi. Kimi çocuklarına gelene kadar iş, sabretmeyi tercih etmişti. Kimi yavaş yavaş nefes alamaz hale geldiği şehrini tarif etti. Kimi tam da emekliliğine denk gelen şansızlıklara küfür etti, kimi yeni mezun olduğu zamanın çaresizliğini tarifledi.  Hem de bunlar öyle her gün  gazetelerde okuduğu sıradan insan hikayeleri değil; gerçek insanların gerçek hikayeleriydi.

Doğrusu ülkeden ayrılırken olan bitenden biraz haberdar olmamaktı istediğimiz; gözünün önünde onlarca şey olup biterken ses çıkaramamak tüm enerjimizi tüketmişti.  Ama anladık ki biz aynı kaldıkça; nereye gidersek gidelim, hikayeler bizi takip etmeye devam edecekti.

Herkes için ayrı ayrı düşünmeye başladık sonra; herkese ihtiyacı olan çözümleri bulabilmek için günlerce hatta haftalarca didindik. Dertleriyle dertlendik tabir-i caizse.  Yeni hayatlara başlayabilmeleri için ip uçları bulmaya çalıştık, soruları olan herkese doğru cevapları bulmaya çabaladık. Hatta doğru soruları bulmalarına yardımcı olmaya çalıştık. Çoğunlukla iş ile arkadaşlığı karıştırdık haliyle. Bizim de bir sese, bir nefese ihtiyacımız vardı fazlasıyla. Buraya gelebilmeleri, burada kalabilmeleri için çözümler bulmaya, yoksa yaratmaya gayret ettik. 

Ama hiçbir zaman da göz boyamaya, yok olanı varmış gibi göstermeye çalışmadık. İyisiyle kötüsüyle anlatmaya çalıştık her şeyi; kimi zaman bekle dedik acele edene, kimi zaman üzülerek başka yerlere yönlendirdik. Olduğu gibi anlattık her şeyi,  çünkü olmayan imkan da olan imkan kadar önemliydi.

Dediğim gibi; size anlattık hikayemizi ve tüm detaylarıyla dinledik hikayelerinizi.  Sizinle beraber düşündük, sizinle beraber hayeller kurduk planlar yaptık. Siz yokken sizin hakkınızda konuşmaya devam ettik. (Yanlış anlaşılmasın “gıybet time” değildi bizimkisi). Sizin de içinde olduğunuz hayaller kurmaya devam ettik.  Sonuçta siz, bizden uzaklarda yaşayan,   belki de hiç gitmediğimiz şehirlerde yaşayan arkadaşlarımızdınız hepiniz.  Yanımızda olmanızı istedik, siz yokken sizinle yaptığımız sohbetleri yad ettik zaman zaman, kısa süre de olsa kalabalıkmış gibi olmanın bahtiyarlığına erdik.  Herkesin birbirine yardımcı olduğu belki aşırı iyimser hayaller kurduk.  Aşırılık olacaksa varsın iyimserlikten gelsindi.

Sonuçta biz hayal kurmaya devam ettik. Planlar yapmaya çalıştık herkesi içeren. Siz birbirinizi tanımasanız da biz sizleri bir masa etrafında hayal ettik. Birbirinizin tam da ihtiyacınız olan boşluklarını doldurabileceğinizi fark ettik.  Yokluğundan yakınılan bir çok dostluğun aslında farklı yerlere dağılmış olduğunu gördük.  Ortak şeylerden yakınılıyorsa aramızdaki yüzlerce kilometreye aldırmadan ve ortak hayaller kuruluyorsa bir birimizi hiç tanımadan; orada umut olduğunu düşünmeye cüret ettik.

Yıllar önce cüret etmekten bahsetmişti üniversiteden bir akademisyen arkadaşım; daha doğrusu cüret etme eksikliğinden. Kendini azımsamaktan ve iradeyi hep başkalarından beklemekten.  Hayıflanmanın bir hayat tarzı haline gelmesinden ve adını sonradan öğrendiğimiz “öğrenilmiş çaresizlik” teorisinden.

Biz bunu kırmak için ufak da olsa bir adım attık. Elimizde ne varsa bırakıp hiç bilmediğimiz ve hiç kimsemizin olmadığı bu diyara yerleştik. Elimizden geldiğince, daha çok insanla yolumuzun kesişmesi için gayret içindeyiz. Eksikliğini hissettiğimiz hayatı kurabilmek için ne gerekiyorsa yapmaya.

Ama tüm bunlar için imkanlarımız sınırlı. Aynı anda 3-5 yerde olabilmemiz mümkün değil maalesef ya da bir çok konuda tercih yapabilecek kadar uzman olmamız. Öğrenmeye çalışıyoruz mümkün olduğunca; ama bir yandan da zaman geçmeye devam ediyor olanca hızıyla. Zaman geçiyor, sabırlar ve güçler tükeniyor;  zaman geçiyor ve iyi insanlar tarafından gerçekleştirilemeden bırakılan hayaller; hayatı maddiyat olarak gören birileri tarafından illa ki paraya çevriliyor.

Bir B planıdır almış başını gidiyor. Herkes kendine köprüden önce son çıkışlar arıyor; başımıza ne geldiyse fazla bireycilikten geldiğini unutarak kişisel kurtuluş yatırımları yapmaya çalışıyor. Yüzlerce kilometre yol kat edip kaçmaya çalıştığın hayatı başka bir ülkede yeniden kurmanın hiçbir anlamı yok.  

Oysa ki mümkün, bir şeyleri beraberce inşa etmek. Evden barktan bahsetmiyorum üstelik; birbirini besleyen işleri, yardıma ihiyacı olan fikirleri, yolda kurulan dostlukları, kaçırılan hayatları ve birbirinden uzaklarda kurulan hayalleri inşa etmekten bahsediyorum. 

Ama gerçek şu ki; bu hiçbir zaman kendi kendine olmayacak. Birileri tüm hammaliye işlerini yapıp sizlere yıldızlı davetiyeler yollamayacak. 
Çok iyi fikirlerinizin, çok iyi fikirlerimizin olması hiçbir şeyi değiştirmeyecek. Yeterince parası olan bir hoyrat; tüm aymazlığıyla gelip bu fikirden zenginliğine zenginlik katacak. Yine bize kalan, dost meclislerinde anlatılan benim aklıma gelmişti hikayeleri olacak.

Para hiçbir zaman kurtarmadı, para hiçbir zaman kurtarmayacak. Para kazanabilme uğruna feda edilen her şeyi geri kazanma uğruna, tonlarca para harcamaktır aslında saçmalığın ta kendisi.

Bizim ihtiyacımız olan nefes alabileceğimiz alanlar, birlikte üretebildiğimiz insanlar, lafımızı sakınmadan konuşabildiğimiz dostlar ve paylaşabildiğimiz hayaller ve hayatlar.

Bunlar için vakit taşın altına elini sokma vakti.
Biz de isterdik keşke olsun, ama uzaktan uzağa olmuyor dostlar. Sizin hayal ettiğiniz hayatı, sizin için kimse kuramıyor. Biz ikimizin gücü de bir şeylere bir yere kadar yetebiliyor.  Her gün başka bir konuyu öğrenmeye, her gün yeni soruları cevaplamaya, her gün hayallerimize ve inandıklarımıza sadık kalmaya ve her gün hayatta kalabilmeye çabalıyoruz. Burada olmanıza, burada kalmanıza ihtiyaç var. Öyle turist olarak, 15 gün sonra döneceğini bilerek değil tabii ki. Yaşamak istediğinizi söylediğiniz hayatın tüm sorumluluğunu ellerinizde taşıyarak.  

Kolay değil tabii ki, kimse kolay olduğunu iddia etmedi.  Ama iyi tarafından bakacak olursak yolun en azından bir kısmı kat edildi. Zaman içinde öğrendiğimiz çok şey var burada, burada yerel insanlarla kurduğumuz ilişkiler var, sizlerle kurduğumuz ilişkiler ağı var ve en önemlisi, herkesin beraberinde getireceği sayısız uzmanlık ve tecrübe var.

Kalkan tren için son çağrı belki de bizimkisi. Bu sefer yapmaya cüret edebilirsek, güzel şeyler olabilecekmiş gibi. Küçük küçük cesaretler bir kar topuna dönüşür belki.  Ses edin bize, en azından bunu bilmemiz gerekli.
Bir ülkede kalabalık hayaller kurup aslında yalnız olduğunu keşfetmek belki de en tehlikelisi.  Kimse gelmeyecekse eğer bunu da zamanında öğrenmek en iyisi! Takdir edersiniz ki bizimki biraz şizofren bir durum; var olduğuna inandığımız insanlarla konuşuyor, onlarla ortak hayatlar planlıyoruz süreli.

Bizim bir B planımız yok, biz A planını yaşıyoruz sürekli. Bir B planının da mümkün olmadığına inanıyoruz. Yaşayabileceğimiz tek bir hayatımız var ve cüret edip o hayatı bizim kurmamız gerekli!

Gurbetçilik...

* Celipe'yi tanımayan ve bloğu takip etmeyen insanlar için bu yazı anlamsız gelebilir.
* Bu bloğu ilk kez okuyorsanız, lütfen önce diğer yazılarımızı okuyunuz.
* Yazdığım yazıyı paylaşmam konusunda Celil'in kafasında biraz soru işaretleri oluştu, zira bu blog bir nevi Montenegro'yu ve kendimizi tanıttığımız bir yer. Ancak Celipe'nin İpek'i olarak, Celipe'nin günlüğü diyorsak, Celipe'nin duygu durumunu da paylaşabilmeliyiz diye düşünüyorum.
* Yazının sonunda, buraya taşındığımız için pişman olduğumuz düşünülmesin; asla değiliz. Sadece gurbetçiliği yeni yeni hissediyoruz ve arada zorlanıyoruz. Bunu da sizlerle paylaşıyoruz(m; zira Celil pek onaylamadı bu yazıyı paylaşmamı).



Günlerdir bloğa ne yazacağımı düşünüp duruyorum. Kafamda, içimde anlatmak istediğim çok yoğun duygular vardı ama yazabilmem için bir olay olması gerekiyormuş demek...

Madem ki biz bu bloğa Celipe'nin günlüğü dedik, başımıza gelenleri sizle paylaşmaya karar verdik; acısı da olacak tatlısı da... Az önce aldığım habere göre, halam bu öğleden sonra vefat etmiş. Her ailenin birbirine bağlılığı, dinamikleri vs farklıdır. Ailenin mutlaka sevilmeyenleri, çok sevilenleri, zenginleri, fakirleri, başarılıları, başarısızları, kaprislileri, dedikoducuları, görüşülenleri, görüşülmeyenleri vardır. Bunlar dışarıda anlatılmaz, başkasına söylenmez. Ailenin geri kalanı ayıplar, hemen bunu yapan eleştirilir ya da azarlanır. Ama ben kimsenin ne diyeceğine aldırmadan size bu aile sırları bölümümüzün bir kısmını açmaya karar verdim. İçimizde taşıdıklarımızı atmak lazımdır bazen...

Halam; Ayşen Kipin(Kutbay). Babamla tip olarak birbirlerine kopyalanmışçasına benzerlerdi. Mavi-yeşil gözleri ve gri saçları en karakteristik özellikleridir. Benim halamla toplasanız 5 görüşmem olmuştur. Dedim ya ailenin pek görüşülmeyenleri vardır, halam da onlardan biriydi. Ailede yaptığı evlilik pek onaylanmamış zamanında... Sonrasında köprünün altından çok sular aksa da, ara sıra görüşülenlerden olmuş. Annem beni hep ona benzetirdi küçükken: "Aynı halana çekmişsin, o da dağınıktır". Halam dağınık mıydı hiç bilmiyorum, zira hiç evine gitmedim. Ama halam kediyi, köpeği çok severdi ve evlerinde hep bir hayvan yaşardı. Annem, evde hayvan istemez. Temiz hissetmez. Sanırım o sebeple söylerdi, bilemiyorum. Halamla ilgili en net hatırladığım anı, Bostancı'da çalıştığı mağazadan aldığımız(ya da hediye ettiği, hiç hatırlamıyorum zira) ve benim yıllarca üstümden çıkarmadığım taytım ve montum. Giyerken hep onu hatırlardım. Bir de en net hatırladığım şey inanılmaz bir sigara kokusu... Sigara içmez, yerdi. Ölümü de sigaradan oldu...


Kutbay sülalesi 7 göbek İstanbullu, zamanın kültürlü ve varlıklı ailelerinden olmuşlar. Bu varlık her jenerasyon biraz daha azalmış ama İstanbul kültürü hep kalmış. Ben Galatasaray'ı kazandığımda, okula eşofmanla gittiğimi gören dedemin, "Aaah ah ne hale geldi Beyoğlu..." sözleri halen kulağımdadır. Babam ve halam, İstanbul çocukları. Onların hayatları çok da kolay geçmemiş; "soyumuz saraylara dayanıyor" aile büyükleri olmuş hep. Ve halam aşık olmuş, kriterlere uymayan bir adama. Aslında seneler içinde halam da çok mutlu olmamış sanıyorum(bu kısımdan da emin değilim, uzaktan gözlemim bu) ama 3 çocuğu varmış ve kendi kararının arkasında bir şekilde durmuş. Eşini kaybettikten sonra, büyük kızı ve torunuyla Ayvalık'a yerleşmişlerdi. Ancak kanser ve tedavi süreci için bu sene İzmir'e taşınmışlar. Kendisi, kanserden ölen sayılı Kutbay'lardan oldu... Zira Kutbay sülalesi kanser olur ama genelde 90'lar sonrası yaşlılıktan ölür. Halam kendine iyi bakmadı hiç. Hayat da ona...



Diyeceksiniz ki yazının başlığı gurbetçilik, sen bize kendinin bile pek tanımadığı halanı anlatıyorsun. Nedenini ben de pek çözemedim aslında. Sanıyorum yaşadığım yabancılaşma hissi örtüştü. Halama, ölüme, aileye, arkadaşlarıma yabancılaştım son zamanlarda. Gurbet anlatılabilen bir şey değilmiş pek, okuyarak öğrenemiyormuşsun. Erdoğan Teziç'in "anlatılmaz yaşanır" diye nitelediği şeyler vardı biz lisedeyken. Bu da onlardan biriymiş.

Biz Montenegro'ya ilk taşındığımızda; en yakın arkadaşlarımın, öğrencilerimin, ailemin sıkça geleceğini düşünmüştüm ben. Sanki onlara da bir tatil destinasyonu olur gibi. En azından yaşadığımız yeri merak eder ve gelirler demiştim. Ancak iş hiç öyle olmadı. En yakınım dediklerimin %90'ı gelmedi buraya bir kez bile. Önce üzülüyorsun, sonra kızıyorsun ve içini enteresan bir boşluk kaplıyor. Hayat ne senin için, ne onlar için aynı akmıyor çünkü. Farklı zaman dilimlerinin, farklı insanları oluyorsun artık. Her gün, her dakika, her olay seni de onları da değiştiriyor; muhabbetler değişiyor, yüzeyselleşiyor. Gelenlerin bir kısmı da seni anlamıyor. Bakıldığında tatil beldesi gibi bir yerde yaşıyorsun, huzurlu ve mutlusun görünürde. Geçen gün Zeynep anneye söyledim, gözlerimi kurbağa gözü gibi görüp "İyiydiniz, noldu sana?" diye sorunca "Instagram'a inanma her zaman" dedim. Onun gibi... Ana dilini konuşmayı geçtim, dilini konuşamadığın bir coğrafyada tutunmaya çalışmak gerçekten zor... Hele bu coğrafya avuç içi kadar olup, herkesin birbirini tanıdığı bir yerse... Yeri geliyor, seni 3 yıldır tanıyan ve sevdiğini söyleyen insanlar için "Türk" oluyorsun. Normal tabii ki... Yabancısın gerçekten. Adetlerine, dillerine, alışkanlıklarına... Ayak uydurmaya çalışıyorsun evet ama yabancısın. Bir de seninle aynı pasaporta sahip insanların yaptıklarından da sorumlu tutulabiliyorsun. Bizim milletin huyu, her gittiği ülkede nam salmak zaten. Nam salındı mı, birçoğu apartta bekliyor sen o namın ne kadarına sahipsin diye...


Birkaç hafta önce Karadağ'ı zaptettiğimizi slogan haline getiren bir köşe yazısı sonrası, hayatım boyunca beni en çok zorlayan 4 günü yaşadım. Geldiğimizden beri iğne oyası gibi örmeye çalıştığımız ilişkilerimizden birinde, küçük bir sarsıntı yaşandı. Birileriyle aynı kefeye konulup, "yabancı" damgası yemek çok ağır gelmişken, gurbetin yükü bir anda ezdi geçti. Çok yalnız hissettim kendimi, çok... İstanbul'da bıraktığım çevrem artık yoktu. İsmen varlardı ama cismen yoklardı. Kimseye haksızlık etmek istemem. Herkesin hayatı kendine zor. Bana gurbet zor, kimine iş zor, kimine maddi durum zor vs. kimi de tercih etmiyor ki bu da bir seçim. Kendini dünyanın merkezinde  görmemek lazım. Herkes kendi samanyolunun Güneş'i. Her Güneş'in patlamaları, sıcaklığı başka... Böyle söylemeye söylüyor insan ama işte o bazı zor anlarda da kalbine ve aklına söz geçiremiyor.

Buradaki arkadaşlarımı çok seviyorum, benim için çok değerliler ama gerçekten insan kendi dilinde espri yapmayı özlüyor. İş desen, 5 aydır enteresan. Her gün deli gibi çalışıyoruz ama pek sonuç alamıyoruz. Gelen kitle değişti. Emeğe saygısız insanlar çoğunlukta. Geliyor, ev almak istediğini ve kriterlerini söylüyor, seninle 3 gün 5 gün geziyor, tüm datayı alıyor, teklifte bulunuyor ve gidiyor. Sonrasında mesajlarına bile dönmüyor. Ya da bir öğreniyorsun ki seninle gezerken evi tutmuş ya da almış bile. Yine de seni gezdiriyor. AVM tüketiciliği insanların ruhlarına işlemiş. Kendini gezdiriyor, senin zamanını çalması önemsiz bir detay onun için. Yanlış anlaşılmasın, elbette her ev gösterdiğimiz, her danışmanlık verdiğimiz bizle iş yapsın demiyorum. Nezaketten söz ediyorum. Bir mesajdan, bir cevaptan bahsediyorum. Yalana dolana gerek yok ki... Neden bize, bir ev için ev sahibine teklif yaptırıp, size haber vereceğiz deyip ortadan kaybolmayı seçsin ki bir insan? Çok müşterimiz oldu ev gösterdiğimiz ancak başka kişilerden ev alan. Halen de severek görüşüyoruz; zira gayet açıklardı bize karşı. Ancak bu 5 ayda ne olduysa (ya da üst üste geldiler) enteresan şeyler yaşıyoruz.



İşte böyle her şey üst üste gelince, sorgulamaya başladım hayatımı. Anladım ki dünyanın neresine gidersem gideyim, Türkiye'ye bile dönsem yabancı olacaktım. Çünkü artık buraların huzurunu, özgürlüğünü tatmıştım ama hala siyah zeytin, salça, çiğ köfte özlüyordum. Arkadaşlarımla başkalaşmıştım ve belki de bazılarıyla asla eskisi gibi olamayacaktım. Hiç sevmesem de farketmeden Türkçe cümlelerimin arasına İngilizce kelimeler sokuyordum. Yurtdışına çıktığımda beynim yanıyor ve dönüş için hala İstanbul uçağına bakıyordum. Ailemle ilişkilerim hiçbir zaman aşırı sıkı fıkı olmamıştı ama her geçen gün biraz daha uzağa düşüyordum. Yokluklara alışıyordum. Eskiden eksikliğini hissettiğim simidi, bugün aramıyordum. İnsanlar da yavaş yavaş aynı kaderi paylaşıyordu. Ve işte bütün bunlar, her geçen gün biraz daha yalnız, biraz daha kimsesiz olmana sebep oluyor. Benim gibi aşırı sosyal ve sevgi arsızı biri için epeyce zor.

Yaşımızın, kültür seviyemizin, zevklerimizin, hedeflerimizin uymadığı, belki Türkiye'de hiç görüşmeyeceğimiz insanlara bile sarılmak demek gurbet... Çünkü bilmeyene anlatamıyorsun İstanbul'u, Türkiye'yi. Bankada adres sorduklarında 2-3 satır yazınca suratına bakıyorlar bu ne diye. Çünkü burda adreslerin çoğu şöyle mesela: Tripovici BB. Yani Tripovici civarı. Kimin nerde oturduğunu biliyorlar, numara falan yok. Daire numarasına 100 yazan müşteriye inanmıyorlar. Aynı binada 100 daire nasıl olabilir?!? Bir baştan bir başa 5 km uzunluğa sahip şehrin sakinlerine Beşiktaş'ı, Taksim'i nasıl tarif edebilirsin ki? En sevdiğin lokallerle bile aranda kocaman bir boşluk var. Getirip göstermen yetmiyor, İstanbul da anlatılmaz yaşanır zira...

                                                             Evimizin manzarasıydı bu...

Biliyorum depresif bir yazı oldu ama gurbetçiliğin zor kısımlarını da anlatmak gerek bazen... Hayat artık dünyanın hiçbir yerinde toz pembe değil, orası kesin. Kendi ülkende bile yabancı oluyorsun kimi zaman, nitekim biz öyle hissedip taşındık. Ama anladık ki, her yerin sınavı farklı...

Huzurla uyu hala... Bende kalan sigara kokun ve mavi-yeşil gözlerin... Birbirimizi daha iyi tanıyabildiğimiz başka zamanlarda, boyutlarda, başka bedenlerde görüşürüz belki kimbilir...     

Celipe Travel Ailesi'nin Günlüğü

Celipe’nin günlüğüne bir süredir ilgi gösteremedik maalesef; bir takipçimizin uyarısıyla kendimize geldik. Şimdiden affola!  Paylaşılan bir günlüğün yalnızca bizim olmadığını, onu takip eden herkesin de bir parçasına sahip olduğunu  fark edemedik. Neyse ki uyarı vaktinde geldi ve biz de daha düzenli yazmak için kendimize söz verdik. O zaman buyrun kaldığımız yerden devam edelim:

Burada yazdan kalma günler yaşanmaya devam ediyor hala. Geceleri bir hırka aramaya başlasak da gündüzleri denize ayağımızı sokmaktan geri durmuyoruz. Ne yapacağını bilmez turist kalabalıkları da epeyce görünmez artık; yalnızca sonu gelmez cruise insanları ısrarla gelmeye devam ediyor. Onları da görmezden gelmekten başka çare yok elimizde. Neyse ki onların yalnızca bizim sorunumuz olmadığını bilmek, bir nebze rahatlatıyor içimizi. Yolumuzu kesiştirmemeye çalışıyoruz elimizden geldiğince.


Misafirlerimiz oluyor, döviz kurlarının zorlamasıyla sayıları bir miktar azalmış olsa da. Onlarla yeniden ve yeniden ülkeyi gezmeye devam ediyoruz. Her yeni göz, yeni bir bakış açısı sağlıyor bize. Her yeni duygu, içimizi bir miktar karıştırıyor. Ne zaman birileri gelse buraya,  ev sahibi gibi hissediyoruz kendimizi. Bu koca dünyada kendimize bir ev bulmuş gibi. Ait olduğumuz bir yer varmış gibi. Sanki biz hep buradaymışız da yıllar önce giden dostlar, ziyarete geri gelmişler gibi.

Sonra çantamızı alıp yollara düşüyoruz; dilini bilmediğimiz bir ülkeden dilini bazen bildiğimiz bazen bilmediğimiz bir diğer ülkeye. Yeni bir yerin heyecanı tüm yorgunluğumuzu unutturuyor, sokaklara vuruyoruz kendimizi. Cadde cadde, sokak sokak hatta dükkan dükkan dağıtıyoruz kendimizi. Küçük şehrimizde bir miktar sıkılmış olabileceğimizi farketmek tuhaf hissettiriyor kendimizi. Geniş caddelerde olmayı, akıp giden şehir kalabalıklarını özlemişiz gibi. Aslında kocaman bir yanılsama olduğunu bilmek bile silmiyor gülümsememizi. Bir zaman sonra en büyülü caddeler bile sıradanlaşıyor aslında. Saatlerce hayranlıkla seyredilen binalar, bir yerden diğerine koştururken görünmez hale geliyor. Ama şu anda her şey yeni ve yeni şu an en ihtiyacımız olan şey.



Geri dönüş zamanı gelip çatıyor sonra.  Kocaman bir kaybolmuşluk hissi kaplıyor içimizi. Misafir olmaktan vazgeçip tekrar ev sahibi olmamız gerekli. Aslında misafir olduğumuz bir ülkede, 2.dereceden ev sahipleriyiz. Tersten düşünmek gerekirse belki de en gerçek ev sahipleri.  Rastgele içine doğmuş ya da görev icabı atanmış değiliz sonuçta. Bilerek ve isteyerek tercih ettik. Rant kaygısıyla, euro kazanma arzusuyla ya da vatandaşlık hayaliyle de seçmedik üstelik. 

Aynı uçağı paylaştığımız yolcuların ruh halinden bile belli oluyor yaşadığımız hava değişimi. Avrupa’nın refah  ülkesinde çalışmaya gitmiş, kendini zoraki uyum zincirleriyle sararak kibarlaştırmış yolcu guruhu, hava sahasından girer girmez ev sahibi olmanın hoyratlığına bırakıyor kendini. İkinci dil olarak gizli gizli konuştuğu dili, bağırarak konuşabiliyor olmanın rahatlığını yaşamak ister gibi.
Uçak alçalırken evimizi tanımak, gördüğümüz manzaraların hatıralar taşıması bizi mutlu etse de  içimizdeki uzaklık hissi bir türlü geçmek bilmiyor. Dilimizin ucuna bir şarkı takılıyor: “Neresi sıla bize, neresi gurbet? Yollar bize memleket.”



Özetle biz karışığız bu sıralar. Yazmak temize çekmek demek aslında. Temize çekemediğimiz için yazamadık belki de. Öyleyse olduğu gibi paylaşmak istedik sizinle. Parça parça; tıpkı yaşandığı gibi. İyi kötü, anlamlı anlamsız, üzücü ya da mutlu değil; olduğu gibi.

Hayat değişiyor ve değiştikçe dönüştürüyor tüm çevresini. Biz de sürekli gözden geçiriyoruz elimizdekileri. Hayaller kurmaya devam ediyoruz tabii ki; ama hayalleri insanlara bağlamamayı öğrenmeye çalışıyoruz sürekli. Erteliyoruz bazı şeyleri; istemeden de olsa. Kötü bir kopyasını yapmaktansa; bazı şeyler, zamanın insafına ertelenmeli.  

Yaşamaya çalışıyoruz özetle; kendimizi ve çevremizi anlamaya gayret etmekle geçiyor günler. Hayatta kalabilmek için yapmamız gerekenleri yaparak ve yaşamak için yapmayı istediklermize zaman ayırmaya çalışarak!
Şimdilik durumlar böyle; detaylar ilerleyen yazılarda.


Yolunuzu düşüremeseniz de buralara; siz de yazın bize. Anlatın sizde durumlar nasıl? Madem ki bu blog tüm Celipe Ailesi'ne ait buyrun siz de paylaşın içinizden geçenleri; meraklarınızı, dileklerinizi ya da bizim gibi parça parça olmuş hikayelerinizi...

Görüşmek, duyuşmak, paylaşmak üzere...

Montenegro Reklamları ve Gerçekleri...

Türkiye'de uzun bir zamandır dönen Montenegro reklamları sebebiyle her gün sizlerden çok sayıda mail alıyoruz. Sık Sorulan Sorular bölümü yapmıştık ancak kimileri onu yetersiz buldu. Biz de; bize gelen sorulardan ve Türkiye'de yayınlanan Montenegro reklamlarından yola çıkarak, biraz daha detaylı bir yazı yazmaya karar verdik. Şimdiden uyaralım, bu yazı oldukça uzun. Kiminiz sonuna dek okumayacaksınız, biliyoruz. Ama zaten hedefimiz, sonuna dek okuyacak olanlarınız!

Önce REKLAMLAR ve GERÇEKLER:

Reklam 1- Montenegro'da .... €'ya (bu noktalı boşluk her firmada farklı. Fiyatlar 2.000€-60.000€ skalasında değişiyor. Normalde değişen bir şey yok elbet, devlete hep aynı para ödeniyor ancak siz hizmeti kaça alıyorsunuz; işte o aldığınız firmaya göre değişiyor. Ülkeye yerleşen herkes danışman ve emlakçı oldu çok şükür. Dönerci bile Türkçe konuşan duydu mu iç cebinden danışmanlık kartı çıkarıyor!) şirket kurup, oturum ve çalışma izni alın. Gelip burada yaşamanıza gerek yok. Siz parayı ödeyin, biz sizin yerinize burada her şeyi hallederiz. Kağıt üzerinde adres gösteririz, her ay vergilerinizi öderiz, muhasebe işlerinizi yaparız. Siz sadece izinlerinizi yenilemeye gelirsiniz.

Gerçekler:
Şirket sahibi kişi yıl sonundaki karın dışında hiçbir hak elde etmez. Ancak şirketin sahibi olup, kendini işe aldığında bir çalışma ve oturum izni elde eder. Yasalara göre; çalışma izni olan kişi ülkede en az 183 gün geçirmek zorundadır. Hatta Şubat 2018 itibariyle yeniden düzenlemeye alınmış yasalar, ülke dışında 30 günden fazla geçirilmesi halinde, göçmenlik bürosuna yurtdışı çıkış sebebinizi açıklamanızı şart koştu. Ülke dışına çıkışınızı sebepleriyle belgelemelisiniz özetle.
Yok mudur bunun bir çaresi?
En çok aldığımız soru bu sanırım. Kendinizi sürekli iş gezisinde, toplantı için farklı bir ülkede vs gösterebilirsiniz elbette ama nereye kadar? Bu ülke AB yolunda diye akın akın gelip açmıyor musunuz bu şirketleri? Ya da vergi oranları düşük, faturayı burdan kesip avantaj sağlayın diye? Bu ülke de, AB de en az sizin kadar akıllı ve öngörülü. Bugün her şirket kurulumundan para kazanıyor devlet ve her gün kanunları yeniliyor. Yarın tek bir incelemeyle şirketinizin kapatılıp, oturumlarınızın iptal edilmesini göze alıyorsanız; elbette bu çarelerden faydalanıp, devleti inandırıp inandıramayacağınızı görebilirsiniz.
Bu arada; yine yasalara göre, oturum başvurusu yaparken göstereceğiniz yaşam alanı için kontrat noterde imzalanmış olmalıdır. "Kağıt üzerinde gösterilen" adreste kaç kişi yaşadığınızı bir sorgulayın ki başınız sonradan derde girmesin.



Reklam 2- Montenegro 20..'da (Burda da 2019-2020-2021 vadedenler var) Avrupa Birliği üyesi olacak. O zamana kadar gelin şirketinizi kurun, izinlerinizi alın. Montenegro, AB'ye girince Avrupa'da serbest dolaşım hakkı kazanın.

Gerçekler:
Öncelikle Avrupa Birliği nedir onu anlatalım:
Avrupa Birliği yani AB, 28 üye ülkeden oluşan ve toprakları büyük ölçüde Avrupa kıtasında bulunan SİYASİ ve EKONOMİK bir örgütlenmedir.
Özetle serbest dolaşımla alakası yoktur! Serbest dolaşım Schengen bölgesinde olup olmamakla alakalıdır ki; 2013'te AB'ye girmiş Hırvatistan halen Schengen bölgesine dahil edilmemiştir. Dolayısıyla orada oturum ve çalışma izni elde etmiş kişiler halen vizeye tabidir! Montenegro vatandaşlarına AB ülkelerinde zaten vize uygulanmıyor. Ancak bizlerin vizeden muaf olabilmemizin yegane koşulu, ülkenin AB'ye girmesi değil, Schengen bölgesine dahil olmasıdır. Onunla ilgili ise henüz hiçbir tarih yok.
Diyeceğim odur ki, AB ile serbest dolaşımın alakası yok. Kanmayın, kandırılmayın!


Reklam 3- 15 günde Avrupa vatandaşı olun!

Gerçekler:
Ülkenin bir vatandaşlık yasası yok yahu! Tam olarak ne vadediyorsunuz acaba? 5 yıl oturuyorsun, sonra vatandaş oluyorsun diyen var. 5 yıl oturuyorsun, sonra 5 yıl uzun oturum alıyorsun sonra vatandaş oluyorsun diyen var. Kimse de sormuyor ki dilini bilmeden, kültürünü bilmeden, düzenli yaşamadan, para ödemeden hangi devlet birine vatandaşlık veriyor?!?
26 Temmuz 2018'de yayınlanan yeni yasaya göre, yatırımla 2000 kişiye vatandaşlık verilecek. Onun dışında başka vatandaşlık yasası yok. Türk Büyükelçiliği'nin de sayfasında yaptığı duyuru şöyle:
"KARADAĞ’DA EKONOMİK VATANDAŞLIĞA İLİŞKİN DUYURU26 Temmuz 2018 tarihinde düzenlenen 87. Bakanlar Kurulu toplantısı sonrasında yapılan açıklamada, Karadağ Hükümeti’nin Karadağ vatandaşlığını almak isteyen yabancılar için özel bir yatırım programını uygulamaya koyduğu ve hazırlıkların 1 Ekim 2018 tarihine kadar tamamlanabilmesi için ilgili kurumları görevlendirdiği bildirilmiştir.
Ekonomik vatandaşlık programı 3 yıllık bir dönem ve 2.000 kişi ile sınırlandırılmıştır.
Program kapsamında, Karadağ vatandaşlığına geçmek isteyenlere sunulan seçenekler aşağıda maruzdur:
-Karadağ’ın gelişmemiş bölgelerinde Hükümet tarafından önceden onaylanan kalkınma projelerine 250.000 Avro değerinde yatırım yapmak
-Karadağ’ın gelişmiş bölgelerinde Hükümet tarafından önceden onaylanan kalkınma projelerine 450.000 Avro değerinde yatırım yapmak
Karadağ Hükümeti başvuru başına ayrıca 100.000 Avro’ya kadar ücret talep edebilecektir. Sözkonusu ücret az gelişmiş bölgelerin kalkınması için ayrılan özel bir fona aktarılacaktır.
Ekonomik vatandaşlık programı, pazarlama uzmanlarını işe alacak bir devlet kurumu tarafından yürütülecektir. Pazarlama uzmanları, programın tanıtımından ve yatırımcıları Karadağ’a çekmekten sorumlu olacaktır. Karadağ Hükümeti, başvuru sahiplerinin incelenmesi ve gerekli kontrollerin yapılması için ihtiyaç duyulan kişiler ile saygın denetim firmaları ve hukuk danışmanlarını işe alacaktır.
Ekonomik vatandaşlık programı, Karadağ Hükümetinin ülkeye doğrudan yabancı yatırım çekmeye yönelik çabalarının bir parçasıdır. Hükümet bu program ile ekonomik faaliyetlerin ve sermaye akışının artmasını hedeflemektedir.
Karadağ Hükümeti, vatandaşlığa kabul için Karadağ’ın bilimsel, ekonomik, kültürel ve sportif çıkarlarının belirlenmesine ilişkin kriterleri içeren yasa üzerinde değişiklik yapılması kararını kabul etmiştir.
Bu yeni düzenlemeyle, yasanın yürürlüğe girişini müteakip 120 gün içinde, ekonomik ilişkiler, sürdürülebilir kalkınma ve turizmden sorumlu devlet kurumları tarafından başvuru sahiplerinin seçilmesine ilişkin kriter, yöntem ve prosedürlerin belirlenmesi öngörülmektedir." 

Reklam 4- Tek başınıza yatırım yapacak ya da şirket açacak paranız yoksa, ortaklı mülk alın ya da şirketi ortaklı açın. Bu şekilde her ortak ve ailesi izinleri alabilir.

Gerçekler:
Kabul edin ki Montenegro'yu biz Türkler keşfetmiyoruz. Bundan 12 sene önce İngilizler, 7-8 sene önce Ruslar, bizlerle aynı yollardan geçmiş. Hem o zamanlar ülke daha bakirmiş hem de AB sebebiyle yasalar bu kadar hızlı yenilenmiyormuş. Özetle bir zeki biz değiliz! Gerçi biz buna zekilik sıfatını değil çakallık sıfatını daha çok yakıştırıyoruz ama neyse...

2018 Şubat yasalarına göre; bir şirketin en az %51 sahibi olup aynı zamanda şirketin direktörü olan kişinin oturum ve çalışma izni 5 yıl boyunca kesintiye uğratılmayacak ve 5 yılın sonunda UZUN OTURUMA BAŞVURU HAKKI olacak (Uzun oturum alacak demiyor, başvuruya hakkı doğacak diyor. Dolayısıyla size kimse şöyle olacak böyle olacak diye garanti edemez!). Diğer çalışma izinleri ise 2 yılda bir kesintiye uğratılıp 1. yıla geri dönecek.
Yani şunu diyorlar, istediğiniz kadar ortak açın. İsteyen her ortak da kendini işe alıp çalışma izni elde etsin; biz %51'i elinde tutana hak tanırız. Kalanı 2 yılda bir 1. yılına geri döner, uzun vadede hiçbir hak elde edemez. 

2018 Mayıs yasasına göreyse ortaklı ev alımlarındaki oturum izni elde etme kısmını değiştirdiler. Artık ev ortaklarından yalnızca 1 tanesi ve ailesi(eş ve 18 yaş altı çocuklar), diğer ortakların noterde feragatname imzalaması koşuluyla oturum izni elde edebilecek. 

Bu yazıyla, bu ülkedeki birçok "Danışman"a da, neden müşterilerinin oturum izni başvurularının reddedildiği konusunda ışık tutuyoruz. Yasaları takip ederseniz ya da "Ben parama bakarım, devlet reddetmişse ben ne yapayım, sizde sorun var derim" demezseniz, anlarsınız son dönemde yaptığınız tüm ortaklı alım başvurularının neden reddedildiğini! 10 ortaklı ev alırız, hep beraber oturum alırız günleri sona erdi. Bazılarının uyanıklığı yüzünden, senelerdir burda yaşayan insanlar bile sıkıntı çekiyor! 18 yaşını geçen çocuklarını tapuda ortak göstererek oturum alan insanlar, şimdi ya çocuklarına ya da kendilerine oturum almakla karşı karşıya! Ülkeye gelişimiz epey yankı buldu özetle...


Reklam 5- Kazanılmış hak geri alınmaz. Şimdiden izinlerinizi alın ki AB'ye girince sıkıntı çekmeyin.

Gerçekler:
Aldığınız izinler, 1 yıl geçerlidir ve her başvuruda kartınız yenilenir. Dolayısıyla her başvuruda, o günün kanunlarını baz alınır. Bugünden böyle sözler vermek imkansızdır.


Reklam 6- Montenegro'da ev almak çok ucuz. 40-50 bin eurolara sahilde, deniz manzaralı bir ev alabilirsiniz!

Gerçekler:
15 metrekareyi evden sayıyorsanız, ara ara bu fiyatlara yerler bulunuyor güneyde. Ya da ev tapusuzsa ya da imarsız veya iskansızsa, elden çıkarmak için ucuza satabiliyor bazı ev sahipleri. Lokaller evlerin imarsız olup olmamasıyla çok ilgilenmez. Bir şekilde çözerler işlerini. Hepimiz kendi ülkemizde ne yapacağımızı daha iyi biliriz malum. Ancak burada mülk edinen yabancılar, yarın imarsızlıkla başlarına ne geleceğini bilemezler. Ama biz risk seven bir toplumuz değil mi? Hem 50 bin euro dediğiniz nedir ki? "Bugün izinleri alabiliyorsak alalım, yarına bakarız" mantığı en çok karşılaştığımız, ancak Celipe Consulting&Real Estate olarak çalışmadığımız insanların mantığı. Zira bu mantığı güttüklerini belirtenler, ilk çıkan sorunda hemen sizi suçlar. Biz sonrasında başımızı ağrıtacak işler yapmamayı ve ağrıtacaklarla çalışmamayı tercih ediyoruz. Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Peki ülkenin kuzeyinde falan yok mu o fiyata?
Var tabii ki. Ama kiralanması neredeyse imkansız. Yatırım olarak bakarsanız da epeyce yıl sonra değerlenebilir. Şu an için oturum elde etmekse tek amacınız ve bu parayı sırf bunun için bağlayacaksanız, alabilirsiniz.
Ama biz kiraya verip euroyla kira almak da istiyoruz. Var dediler bize. Hiç mi yok?
Var evet. Bize kadar var, o sebeple sizinle paylaşmıyoruz...
Şu son sorudan kaç kez soruldu acaba son 2 senede. İlk sene hiç sorulmadı zira bizim ilk senemizde kimse buraları bilmiyordu. Nerden buldunuz oraları da gittiniz deniyordu. Sonra ne olduysa bir moda oldu! 
"Hiç mi yok?" sorusu zaten tamamen bize özgü. Bir de biz hedefleri yüksek, her şeyi bilen ve halleden bir milletiz. Hiç görmediğimiz bir ülke hakkında bile "ben araştırdım" diyerek her konuda fikir sahibi oluruz. Deniz kenarı olsun, 2+1 olsun (en çok bunu seviyoruz), kira getirisi olsun, en fazla 50.000€ olsun. Yok deyince de ilk soru "Hiç mi yok?", ikinci tepki ise "Siz pahalı ev satmaya çalışıyorsunuz, ben gördüm öyle ev!". Ülkeye geldiniz mi? Hayır. Nerde gördünüz? İnternette (Bunun daha kötüsü bilmem kaç senelik arkadaşım yolladı fotoğraflarını). Bu ülke bize; en büyük dolandırıcılıkların, en yakın arkadaşları ve akrabaları dolandırarak başladığını öğretti... En yakın arkadaşlarına, 30 senelik dostlarına, akrabalarına güvenerek gelip, başlarına gelmedik kalmayanların yeriymiş gurbet... 

Bize gelen mailler üzerine...
Bugüne dek aldığımız maillerde "60.000€ verdim yarın pasaportum gelecek, dolandırılmamışımdır değil mi?" yazan da oldu, görmeden para yollayıp ev aldığını zanneden de... Biz, "Bize de inanmayın önce büyükelçiliğe yazın" dediğimizde, hiç oralı olmayanları da gördük. Bir arsa ve yalandan bir proje görüp, aylarca çivi çakılmayan ve çakılıp çakılmayacağı hala belli olmayan yerlere para yatıran insanlar da tanıdık. 
Türk milleti kendini akıllı sanan ve en kolay kandırılan millet... Yapmayın etmeyin. Kim olduğunu bilmediğiniz kişiler size pembe hayaller sattığı için, gerçekleri gözardı ediyorsunuz. Büyükelçiliğe inanmak yerine, onlara sormanızın işlerine gelmeyeceği insanların laflarına kanıyor ve büyük paralar kaybediyorsunuz. Bir eve 50-100 bin eurolar vermeyi göze alırken, güvenilir iş yapmak adına avukata vereceğiniz para gözünüze batıyor. Dolandırıldığınızda ise; o başta yazmadığınız büyükelçiliğin, ödeme yapmak istemediğiniz danışmanın veya avukatın kapısında ağlıyorsunuz. 
Ne kadar eğitimli, tecrübeli olursanız olun; burası yeni ve yabancı bir ülke. Her ülkenin dinamikleri, yasaları, işleyişi, kültürü, toplum yapısı farklı. Büyükelçiliğe akıl sormak, danışmandan yardım almak, avukat tutmak, ilk duyduğuna güvenmeyip birçok insanla görüşmek vs. utanılacak bir şey değil. 

Celipe neden daha kurumsal olmuyor, neden blog üzerinden ilerliyor?     
Bu soruyu çok değer verdiğimiz arkadaşımız Zeki Kayahan Coşkun sordu. O günden beri, cevabı sizlerle de paylaşmak istiyorduk.
Celipe, yaşayan ve yaşadıklarını paylaşan, yapay değil gerçek bir oluşum. Sadece şirket kuralım, iş yapalım, para kazanalım hedefinde değil. Hiç olmadı, olamadı. Eski hayatlarımızda iş yaparken de, yaptığımız işin en iyisi olmaya çalıştık hep ama asla o "kurumsal" kimliğe ait olamadık. O sebeple de hep bağımsız çalıştık. Kurumsallık bize hep fazla kalıpçı, acımasız, soğuk ve yapay geldi belki de. Biz işimizi yaparken sizlerle günümüzü paylaşmayı da sevdik. Her mesajınıza kendimiz cevap vermeyi. Birlikte çalıştığımız ekip arkadaşlarımızı da sizlere sosyal medya aracılığıyla tanıttık. Ev almak isteyene, evleri gösterip iyi günler demedik. Buraların en güzel restoranlarını, gezilecek rotaları, kurulan pazar yerini, en taze cevizi, balı da gösterdik. O sebeple herkesle çalışamıyoruz. Biz, sadece gerçek insanlarla ve gelecekte de iletişimde kalabileceğimiz insanlarla çalışmayı tercih ediyoruz. 
İşte bu yüzden, Instagram sayfamızda nikah şahidi olduğumuz an da var, denize gittiğimiz an da. Ev sattığımız müşterilerle de fotoğrafımız var, sadece görüşme yaptıklarımız da. Biz sizlerle "an"larımızı paylaşmayı seviyoruz. Şirketimizin adı Celipe ama sosyal medya hesaplarımız, blogumuz hep Celipe Travel; çünkü bu gezgin İpek ve Celil'in yani Celipe Travel'ın hikayesi. 
Benim ders verdiğim alanlardan biri "marketing". Bunu bilmediğimiz için değil; kendi yolumuzu seçtiğimiz için her "ciddi" firmanın paylaştığı aynı Montenegro fotoğraflarını paylaşmak yerine, günümüz nasıl geçiyorsa onu paylaşıyoruz.  Buradaki mutluluklarımızı, heyecanlarımızı, misafirlerimizi, özlemlerimizi, hüzünlerimizi... Sizden gelen maillerden birinde şöyle bir cümle vardı: "Baktığım tüm danışmanlık firmalarında aynı fotoğraflar vardı, yazılar da kopyala yapıştır gibiydi. Tek gerçek fotoğraflar sizdeydi. O sebeple size yazdım". Bizim için daha değerli bir cümle yok. Elbette para kazanmak istiyoruz, işimizi hakkıyla yapıyoruz ama daha fazla, daha fazla, daha fazla gibi bir hedefimiz yok. Biz samimi ve mutlu olmaya gelmedik mi bu ülkeye? Türkiye'de daha fazla kazanıyorduk zaten. Buraya geliş amacımız ne daha fazla kazanç ne AB ne de benzeriydi. Her röportajda söylediğimiz gibi biz huzura geldik. Engeller her gün artsa bile, huzurla iş yapmak hedefimiz. O sebeple de bu şekilde ilerlemek istiyoruz. Bizim de farkımız bu olsun!


BUNDAN BÖYLE, BLOGUMUZUN AMACINA UYGUN "CELİPE'NİN GÜNLÜĞÜ" YAZILARI PAYLAŞACAĞIZ. BU YAZI, ÜLKE GERÇEKLERİ VE YAPILAN REKLAMLARLA İLGİLİ YAZDIĞIMIZ SON YAZIDIR. 

Celipe'den Sevgilerle... 

Yeni Hikayeler...


Yağmurlu bir yaz gününde, Montenegro’dan tekrar merhaba!

Belki sizin de ruh haliniz bizim gibidir, kim bilir. Sorduğumuz onlarca sorudan dolayıdır belki suskunluğumuz, belki de yalnızca yağmurdan ötürüdür.  Yorgunluğumuzun sebebi, umut taşımaktandır belki ya da boğulmamak için verdiğimiz mücadeledir sebebi.

Kıştan bu yana bir çok anı birikti, en kısa zamanda sizlerle paylaşmaktır niyetimiz. Ama öncelikle biraz güneş gerekli. Tekrar enerjimizi toplamak, tekrar aynı heyecanla anlatabilmek için belki biraz zaman.  Yağmurlu bir günde anlatmaya çalışmak, hikayelerin toplamına haksızlık etmekti. Ama biraz ipucundan kimseye zarar gelmezdi:



Yollarda yürüdük, sehirlerden geçtik, bir şehri ziyaret etmeye niyetlenmişken insanlarla tanıştık. O insanların hikayeleri, şehrin silüetiyle birleşti. Adresler aradık, görülmesi şiddetle tavsiye edilenlere koşturduk. Bazen de yalnızca kaybolduk, sokaklarda, birbirimizde ve kendimizde.  Hayaller kurduk, hiç elde edilemeyecek geçmişe dair hayaller. Farklı bir coğrafyada büyümüş olsaydık, nasıl insanlar olabileceğimize dair kurgular. Geleceğe dair sorular sorduk, nerede yaşayıp kök salabiliriz diye? İmkansız geçmişle belirsiz gelecek arasında bunalmışken yaşanmayı bekleyen bugüne sığındık. 

Şehirlerden geçtik, şehirler de bizim içimizden geçti. Bize nazikçe dokundu bazen, o kadar güzeldi ki acıttı içimizi. Bazen o kadar kirlenmişti ki, elimizden onun adına üzülmekten  başka bir şey gelmedi. Ne de olsa ömrümüz, müdahale edemeden kirlenmesine şahit olduğumuz şehirlerde geçmişti.  Bazen fark ettik ki büyük şehirlerde yaşamayı özlemişiz; ama ne çare. Biliyoruz ki büyük şehir yaşamı yalnızca bir yanılsama. Sokakları tanıdık olana kadar sürüyor yarattığı büyü. Sonrasında asık suratlarla yürümeye başlıyorsun aynı sokaklarda. Hayran kalıp saatlerce izlediğin bir meydana bile kafanı çevirip bakmaz hale geliyorsun.

Özlediğimizi düşündüklerimizi aradık, bazen de hiç sahip olmadıklarımızı. Fark ettik ki özledik dediğimiz bazı şeyler, aslında o yaşanmışlıkları biriktiren yıllar önceki hallerimiz. Hayaller kurduk bazı mekanlarda, içine olası arkadaşlarımızı yerleştirerek.  Yılların yükünü taşıyan yapıların, çoktan toza karışmış olan gerçek sahiplerini hayal ettik.  Anlamaya çalıştık zaman içinde, aynı kalanları ve değişenleri.

Daha nice hikaye var sizinle paylaşmak istediğimiz. Elimizden geldiğince anlatmaya çalışacağız, anlattıkça belki de kendimizin de anlayabileceğini umut etmeye. Unutulup giden herşeye inat, zamanın bir yerlerine not düşmeye.

Şehirler ile ilgili yüzlerce blog var; adresleri, turistik merkezleri, yeme içmeleri  ve gece eğlencelerini anlatan. Biz kendi hikayemizi anlatmaya çalışacağız. Kendi hikayemizden yola çıkarak şehirlerin hikayelerini.  Turistik olarak sunduklarını ya da üzerlerine yapışmış olan klişeleri değil tabii ki. Zamanın taşlara nakşettiğini, insanların gündelik alışkanlıklarında taşıdıkları detayları ve farketmeden yanından geçilen onlarca detayın hikayesini paylaşmaya çalışacağız.

Hatta yazmak yerine, sesli yaparız hatta sohbet ederiz. Böylece Youtube kanalı taleplerini de yerine getirmiş oluruz.

Tüm bunların  yanında Montenegro hikayeleri devam ediyor tabii ki! Güzel ile çirkin, iyiyle kötü iç içe her zaman ki gibi. Ama hayatın kendisi de bunlardan ibaret değil mi?

Takipte kalın, paylaşılacak çok şey birikti!

Celipe'den Havadisler


Uzun ve yağmurlu bir kışın son demlerinden bildiriyoruz;  yoğun geçen, koşturmacalı, bazen güneşli bazen gri ama diğerlerinden farklı bir kış. En son günler süren yılbaşı eğlencelerinden bahsetmiştik. O günden bu güne bir sevgililer günü, bir kışa veda karnavalı bir de bizim de organizasyonunda yer aldığımız 8 Mart eğlenceleri  oldu ki bunların hepsi  aslında başka yazıların konuları. Özetle bolca etkinlik var buralarda ama gelip görmeniz gerek, biz ne kadar anlatsak da görmeden anlaşılamıyor.

İşin doğrusu kış aylarında Türkiye’den pek turist gelmiyor buralara. Daha doğrusu kış turizmi için gelmiyor. Oysa ki ülkenin kuzeyi inanılmaz doğal güzelliklere ve karlı dağlara ev sahipliği yapıyor. Doğu Alp Dağ Sırası buradan geçiyor bildiğiniz gibi, ülkenin adı bile Karadağ, gerisini siz düşünün artık.  Ama bizim turistimiz deniz seviyor, hiç eğitim sistemiyle alakası olmasa bile okullar kapanınca tatile çıkıyor ve kalabalık turlara çıkanlar ne yaptıysa ya da ne yaptığını anlattıysa onu yapmayı tercih ediyor.

Ama bizim hala bunu değiştirmek için umudumuz var; bu sonbahar sizleri ülkenin kuzeyine götürmeyi planlıyoruz.  Dünyanın 2. en derin kanyonuna, Avrupa’da kalan son yağmur ormanına, 3 Ulusal Park’a,  doğa yürüyüşlerine, hiking parkurlarına, bisiklet yollarına, gerçek Balkan mutfağına... Kısaca doğaya ve huzura. Yani kesinlikle turistik değil. Beraber yollar yürümek, gece yıldızların altında sohbet etmek, çocuklar gibi iplere tırmanıp bisiklete binmek için. Zipline ile kanyonu geçmek, en yüksek gözlem noktasına tırmanmak, rafting yapmak  ve tabii ki salıncak kurup sallanmak için. Acele etmeden, telefonlardan kafamızı kaldırarak, yardımlaşarak ve yaşadığımız anı paylaşarak.


Biz planlar yapmaya başladık, en uygun tarihleri saptamaya çalışıyoruz. (En uygun uçak bileti, konaklama ve ulaşım masrafları v.s.) Siz de takviminize bir not düşün şimdiden.  Sonra vay ben bilmiyordum, vay benim haberim yoktu demeyin. Önerilerinizi de yazın lütfen; mümkün olursa programa katalım, gerçekleştirmeye çalışalım.  Örneğin belki bir yoga hocası katılır aramıza, sabahları göl kenarında yoga yaparız ya da bir dans hocası buluruz dansa merak sararız. (Kuzeyde bir tango okulu bulmuştuk geçen ziyaretimizde, belki bu sefer onlarla da buluşuruz).  Biz çok heyecanlıyız şimdiden, umarım teklifimiz karşılığını bulur. Biz gidiyoruz Edi'yle Büdü olarak zaman zaman, ama bazı şeyler gerçekten biraz kalabalıkla güzel oluyor, öyle kuru kalabalık değil tabii ki, bunu tercih etmiş bir kalabalıkla. Her yaşanmışlık kendine bir şahit arıyor bu hayatta...

Bugünlerde yoğunuz demiştik başlangıçta, biraz da onu anlatalım:  Burada yeni bir hayat kurmak için gelenler var. Kimisi ev alıp yaşamaya başlıyor, hayat yaşanarak öğrenir ekolünden. Kimisi biraz daha temkinli, bir iki yıllık bir programın ilk adımlarını atıyor. Kimisi yalnızca bir acil durum seçeneği olarak planlar yapıyor.  Kimi ise yalnızca yatırımcı, herkes buraya geldiğine göre bir bildikleri vardır diyenlerden.

Ev almak yerine şirket kurmayı tercih edenler de var tabii ki, özellikle daha genç olanlar. Akıllarında bazı iş fikirleri ya da hayalleriye. Bazı sektörlerde yoğun tecrübesi olanlar var aralarında. Bazısı yaptığı işle gelmek istiyor, kimisi her şeyden bıkmış, hazır hayatı değiştiriyorken arada işi de değiştireyim diyenler var.  Ooo ben burada herşeyi yaparım öz güveninde olan da var, dil bilmiyorum, çocuklarım var, zor olmaz mı tedirginliğinde olan da.

Yani biz burada tekrar tekrar yeni hayatlar kuruyoruz. İnsanlarla tanışıyoruz, hikayelerini dinliyoruz, geldikleri yerleri, onları ordan kaçıran sebepleri anlamaya çalışıyoruz. İçinde bulundukları durumlarla empati kurmaya çalışıyoruz. Sonuçta kimse durup dururken düzenini bozup yeni bir hayat kurmaya çalışmaz. Biz de çok yakın zamanda benzer yollardan geçtik ve bu süreçte yanımızda olanlar ve olmayan oldu, bunun ne kadar önemli bir ayrım olduğunu yaşayarak öğrendik.

İnsanları kandırmanın her türlüsü kötü ama yeni bir hayat kurmaya çalışan insanları kandırmanın, daha başlangıçtan onların umutlarını kırmanın affedilemez olduğunu düşünüyoruz. Biz hala kendimizi tüm kötülüklerden ve kötülüğe kızıp kötüye benzemekten korumaya çalışıyoruz. Sizi de elimizden geldiğince korumaya çalışıyoruz haliyle. Olası sorunları ön görmeye çalışıyoruz, bazen kendi aramızda şeytanın avukatlığını yaparak tartışıyoruz, haddinden fazla iyi önerilere şüpheleniyor, fazla cazip tekliflerden uzak durmaya çalışıyoruz. Yani doğup büyüdüğümüz coğrafyadan bize miras kalan tedirginliği, iyi amaçlar uğruna kullanmaya çalışıyoruz. Bazen sizi sizden bile korumamız gerekebiliyor. Bazen fazla cesur olanların aklına bir soru düşürmeyi, bazen de  fazla tedirgin olanların ihtiyacı olan motivasyonu sağlamayı kendimize bir borç biliyoruz.


Aslında danışmanlıktan anladığımız ne varsa onu yapmaya çalışıyoruz. Sizi anlamaya ve bu ülkeye adapte olmanızı sağlamaya çalışıyoruz. Başka türlüsü kahinliğe girer zaten. Hatta en eski kahinlik merkezi olan Delphi tapınağının girişinde de “Kendini bil” yazar. Özetle cevap dengeyi sağlamak ve kendini bilmekte!

Sizlere yardımcı olmaya çalışıyoruz, buraları keşfetmenizde, yeni hayatlar kurmanızda, yatırımlar yapmanızda v.s.  Ama geleneksel anlamda profesyonel bir işletme olmadık hiçbir zaman ve olmayacağız da. Yani parasını vermeyi ya da vermemeyi öneren herkes ile iş yapmıyoruz.  Kendimizce bazı kriterleri tutmaya çalışıyoruz. Bunu hem kendimiz hem de bize güvenen herkes adına yapmayı zorunlu buluyoruz.  Gerçekten hayatını değiştirmeye çalışan ve bizden yardım talep eden insanlarla iş yapmayı daha doğru buluyoruz. Sonuçta onlarla bir yolculuğa çıkıyor ve onlarla beraber herşeyi yeniden gözden geçiriyoruz.

Bizlerin de vakti ve konsantrasyonu sınırsız değil haliyle; bu sebeple bazı koşullar koyuyoruz. Örneğin bir ön görüşme ücreti talep ediyoruz (50 Euro). Evet bizim de yaşamak için para kazanmamız gerekiyor ama takdir edersiniz ki sizlerden bu 50 euroları toplayarak hayatta kalmıyoruz. Asıl amaç, gerçekten birşeyler yapmak isteyenlere daha çok vakit ayırabilmek  ve şimdiden çok faydasını gördük diyebiliriz. En azından siz geçen yıl ne kadar kazandınız gibi sorularla daha az muhatabız diyebiliriz. Kaçak-göçek iş yapmak isteyenlerle çalışmıyoruz örneğin. Orada gibi göstermeleri, varmış gibi kaydetmeleri yapmıyoruz. Bir de kaçtığımız insan prototipiyle görüşmüyoruz; cinsiyetçi, ırkçı, ataerkil, şiddete meyilli v.s. siz anladınız nasıl insanlardan bahsettiğimizi.



Burada durumlar böyle işte. Biraz ciddi, biraz eğlenceli. Bazen karamsar bazen pırıl pırıl güneşli. Bazen o kadar güzel şeyler oluyor ki burada, anlamak için yaşamanız gerekli. Örneğin 8 Martta çocukların annelerine verdikleri hediyeleri ya da kışa veda karnavalındaki yaşlı teyzelerin ağaç kostümü giymiş hallerini görmeniz gerekli.  Başka bir hayat için buraya gelen bizlerin buradan öğrendiği çok şey var, hayatımıza katılan çok şey... Ama beraber mutlu olmak istiyorsak bizim de bu resme bir şeyler katmamız gerekli.

Son bir ricam var sizlerden, eğer ki varsa aranızda buraya göçmeye niyetli:

Var olan meziyetlerinizle buraya gelin. Hayal kurun ve hayallerinizle gelin. Yalnızca kazanmak ve harcamaktan ibaret bir hayat için değil, üreten ve güzelleştiren bir hayat için gelin. Tek başınıza bir şeyler yapmaya çalıştığınız değil, hep beraber birbirimizi güçlendirdiğimiz planlarla gelin. Ordan neler alabilirim ya da neleri satabilirim ile değil, oraya neler verebilirim ve neler kazandırabilirim ile gelin.

Kendinizi sınırlandırmayın, otosansürlere, genel geçer doğrulara bağlı kalmayın.  Bir kültür merkezi kuralım buraya beraber, bir dans okulu kuralım, bir tiyatromuz olsun birbirimize kendi dillerimizi öğrettiğimiz. Müziklerimizi tanıyalım karşılıklı. Çok dilli bir kütüphane kuralım beraberce.
Mutfağımızı paylaşalım, el becerilerimizi.

Toprağı işleyelim, ortak yaşama deneyimleri geliştirelim; ama öyle turiste göstermelik sahte organik yaşam alanları değil, en gerçeğinden .

Teknisyenler gelsin, marangozlar, tesisatçılar, tamirciler. Ortak bir platform oluşturalım. Hem burada birbirlerine destek olup hem de yerel halkla usta çırak ilişkisine girip kaynaşabilsinler.

Doktorlarımız gelsin tabii ki. Bu halkı, tedavi olmak için, diğer ülkelere gitmekten kurtarsın.

Eğitimciler gelsin, ama kendini frenleyip bakkal dükkanı açmak için değil J. Belki bir uluslararası bir okulun temelini atmak için.

Sporcular gelsin, antrenörler ya da sadece spor heveslileri. 

Bloğu takip edenler bilir, bir spor kulübü kurma çalışmalarım devam ediyor ağır aksak da olsa. Az kişiyle ve bunu deneyen ilk insanlar olunca biraz yavaş oluyor haliyle.

Shakespeare ve Brecht ile ilgili bir takım projelerim var ufaktan başladığım, İpek'in çocuk gelişimiyle ve dansla ilgili projeleri var bir de, olur da ilgisini çeken varsa bekleriz. 

Özetle güzelleştirmekten yana kim varsa; tüm güzelliğiyle, saklanmadan, sınırlanmadan gelsin.

Hadi bir el atın da kaldıralım beraberce.
Güzel haberlerinizle beraber, görüşmek üzere.