Bu sefer Celipe’nin Celil’i sizlere, kendi hikayesini anlatıyor. Aslında bir hikayeden çok, daha bir sohbet, belki de bir tür davet! Ben bu sohbette size içinde bulunduğumuz durumu anlatıyorum, benzer niyetlere ve heyecanlara sahipseniz eğer, ya da güzel bir hayat için fikirleriniz varsa paylaşılacak; işte o zaman nezaketen değil gerçek bir davet. Uzatmadan başlayalım o vakit;
İstanbul’dan ayrılma nedenlerimizi İpek geçmiş yazılarında anlatmıştı uzun uzun. Ama özetlemek gerekirse; tek sebep, nefes alamaz hale gelmiş olmaktı aslında. Hem de neredeyse her konuda. Şehrin kalabalığı, plansızlığı, gürültüsü, betonlaşması, ruhunu kaybetmesi v.s. herkesin malumu. Ülkenin bitmek bilmeyen gergin atmosferi, kültürel yozlaşması ve ekonomik dalgalanmaları zaten yeterince can sıkıcı. Beşiktaş’ta yaşadık uzun yıllar, ama gel gör ki araba egzozundan uzak ne bir yürüyüş şansı, ne denize nazır bir çay içme imkanı, ne de gün ortası ağaçlar altında oturup hayallere dalabileceğin bir soluklanma alanı. İzole edilmiş kocaman sitelerde yaşamadık hiçbir zaman. Ağaçlar kesilmesin diye çabalarken ormanların ortasında yeni yaşam alanı diye pazarlanan yağma alanlarında oturmak ihanet gibi geldi bize. Nerede eski mahalleler, nerede eski küçük esnaf ilişkileri diye söylenirken dost meclislerinde, yaşadığımız mahalleleri ve esnaf ilişkilerimizi, sitelere ve avmlere terk edemedik.
Konserlerden bir konser
Düzgün bir hayat yaşamak isteyen neredeyse herkesi kapsayan bu sorunlara, bir de mesleğimle ve ilgi alanlarımla alakalı sorunlar eklendi. Sahne ve ışık tasarımı asıl mesleğim. Yüzlerce müzisyen, müzik grubu, tiyatro ekibi ve dans topluluğu ile çalıştım. Yurt içinde ve dışında onlarca uluslararası festivalde görev aldım. Ancak ülkenin geldiği durum, neredeyse en çok bu alanı etkiledi. Etkinlik sayısı hızla azaldı, mekanlar kapandı, festivaller iptal oldu v.s. Zaten az olan seyirci sayısı iyice azaldı. Zaten kültür sanat alemi, her zaman eş dost akraba ilişkileriyle yürümeye meyilli idi, neredeyse her alanda olduğu gibi. Özgün ya da nitelikli ürünler üretmeye çalışanlar ortadan kaybolurken, bir şey üretmek yerine kendi reklamını iyi yapanlar sanat dünyasına hakim olmaya başladı. Piyasa daraldıkça körlerle sağırların birbirini ağırlaması daha da güçlendi. Niteliksizlik ve kültürsüzlük, popüler ve baskın hale geldi; sorgulayan ve eş dost akraba olmayanlar ise tasfiye edildi. Müzik festivali yapanların müzik dinlemediği, tiyatro ekiplerinin bırakın dünyadaki diğer gelişmeleri takip etmeyi, kendi oyunlarını bile izlemedikleri, kitap okuyanın samanlı iğne sayıldığı bir hale geldi. Cahillik cahilliği istihdam etti, herkes birbirine benzedi, alan memnun satan memnun, yani bu hikaye de böylece bitti. Olur da yüzyüze sohbet etme imkanı bulursak günün birinde, daha detaylı tartışabiliriz.
Hatıralar
Diğer bir konu ise; spor dünyası ile ilgili. Ben kendimi bildim bileli hep sporla iç içe oldum. Basketbol eğitimi aldım, uzun yıllar kürek sporu yaptım, spor üzerine okudum, araştırdım v.s. Ama en önemlisi hep hayatımın bir parçası olarak gördüm, özellikle takım sporları hep favorim oldu. Çocukluk yıllarından başlayan spor macerama en büyük engel, tabii ki muhteşem eğitim sistemimiz oldu. Üniversiye hazırlık ve üniversite yılları spordan en uzak kaldığım dönemleri oluşturdu. Sonrası ise daha da meşakkatli. Bildiğiniz gibi ülkenin, spor denince aklına gelen tek branş, endüstrileşmiş futbol. Basketbol bile en fazla 1 hafta (final four) süresince ilgi çekebilen bir spor. Amatör kulüpler ilgisizlikten perişan, büyük kulüplerin amatör branşları ise neredeyse nezaketen açık durumdalar. Belli bir yaşın üzerinde olup spor yapmak isteyenlerin spor salonlarına üye olmaktan başka çaresi kalmıyor. (Halı saha maçlarını diğer bir alternatif olarak saymazsak). Spor salonlarının çoğunun sahip olduğu plaza atmosferi malumunuz. Yıllarca takım sporcusu olmuş biri için fazlasıyla yalnız ve amaçsız. Protein tozuna bulanmış bodybuildingciler ile instagramda paylaşmalık selfi vücudu peşinde koşan kadınlar arasında sporun ruhunun yokluğu.
Tabii ki buna bir de 6 ay eğitim alıp kendini yoga ya da pilates hocası olarak lanse eden pek sevimli arkadaşların marifetlerini de eklediğimizde sonuç yine kocaman bir nefes darlığı.
Ömerli Barajı 1x
İstanbul’da durumlar böyle idi zamanın birinde. Sosyal hayatta vakitsizlik, iş hayatında yapış yapış bir cahillik ve spor hayatında olanaksızlık, bütün yaşam sevincimizi bizden alıp götürdü. Sonra apar topar Montenegro maceramız başladı. Başımıza gelenleri İpek zaten detaylarıyla paylaştı. Tabii ki ilk zamanlar tüm konsantrasyonumuz hayatta kalabilmek üzerine oldu. Küçük bir iş, yaşayabilecek bir yer, aç kalmayacak kadar yerel dil... Sonra zamanla başka işler, yardımlaşmalar, yerel arkadaşlar, bizim gibi buraya göçenlerle kurulan ilişkiler ve sonunda hayatı daha da güzelleştirme çabaları!
Bir sonraki yazı tamamen size sunmak istediğimiz davet ile ilgili,
o zaman buyrun!
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder