İnsanoğlu canlılar arasında en kafası karışık olanı, en ne istediğini bilmeyeni... Mesela bir yere tatile gider, yeşiline doğasına aşık olur. Kuş sesleriyle mest olur, etrafta çok az sayıda yapı olmasıyla huzur bulur. Ve ordan arazi bakmaya başlar: "Buraya şahane bir otel yapılır ve burası harika bir tatil beldesi olur" ya da "Burda bir evim olmalı!". Araziyi alır, ağaçları keser, inşaata başlar. Sonra yan arazide başka bir insanoğlu da bir inşaata başlar. Biri daha, sonra biri daha... Bir ev, bir otel, bir yol, bir şehir... Kuş sesleri duyulmaz, dereler akmaz olur. Sonra farkeder ki kaçtığı şeye dönüşmüş. Ama iş işten geçmiştir. Huzuru bir kez daha arar, başka bir yer bulur. Yine aşık olur ve yine başlar... Ta ki yeryüzü, saklanacak tek bir köşe bırakmayana kadar.
Aynı durum, ilişkilerde de benzerdir. Mesela bir adam bir kadından çok etkilenir. Kadın fiziğiyle, kılığıyla kıyafetiyle, hoş sohbeti, enerjisi, özgüveni ve kahkahasıyla adamın aklını başından alır. Ona sahip olmak ister. Sahip oldukça değiştirir. "Özgüvenin ne güzel" derken "Daha az dikkat çeken renkler mi giysen?" der. Hayran olduğu kahkahasına, "Herkesin duymasına gerek yok, kıs şu sesini biraz" yorumu yapar. Bir gün kadın aynaya bakar ve hiç bilmediği, gözünün ışığı sönmüş birini görür. Ve en kötüsü, adam da onu artık sevmiyordur.
Biz bu otokannibalizmin içinden geliyorduk ve bizi ruhen en çok tüketen durumdu bu. İnsanların sevdiklerini dönüştürerek, tanınmaz hale getirip kaybetmesinin ilişkilere de, doğaya da yansıması bizi doğduğumuz topraklarda yeterince incitmişti. O sebeple Montenegro, bize dünya üzerinde cenneti bulmuşuz hissini verdi.
2015'te ülkenin en çarpık kentleşmesinin olduğu yer -halen olduğu gibi- Budva şehriydi. Eskiden yapılan ya da yarım bırakılmış inşaatlar vardı. Budva - Tivat yolu arasında, neredeyse hiç yapı yoktu. Tek tük az katlı yapılar vardı. Etrafı yemyeşil bir yolda gidiyordunuz çoğunlukla.
2017'de İnşaat Tanrıları, Montenegro'yu keşfetti. Ne kadar da bakirdi bu topraklar! Ülkenin ana geçim kaynağı turizm iken, insanlar hem dağ, hem deniz turizmi için burayı tercih ediyor iken, bu bakir topraklara ses vermemek olmazdı. Ve insanoğlu Tanrılarının çağrısına kulak verdi. Balta düştü, vinçler göğe yükseldi, inşaat makineleri vızır vızır işlemeye başladı.
Şu karşıki dağa bir otel, şu koya bir rezidans, bu dağ yamacına deniz manzaralı villalar, ay dur denizin dibine de 10 katlı bir bina, onun hemen yanına bir casino... Doğal park mı? Ne yani turist doğal parka gelsin ama parkta doğal doğal kalamasın mı? E oraya da bir otel. Ama bir tane de olmaz şimdi, koskoca doğal park. Birkaç tane yapmak lazım...İnşaat Tanrıları, doğayı yok etmek, ekosisteme geri döndürülemez zararlar vermek pahasına fırsatları değerlendirip kazancını maksimize etmekten başka bir şey düşünmeyen ekosidal oportünistlerini bulmuştu... Öyle 3-5 binayla bırakmazlardı. Yollar, tatil köyleri, kimselerin kalmadığı, oturulmayan hayalet siteler, kazara çıkan yangınlar, otobanlar...
Yıl 2025... Ülkeye geldiğimizde yaşadığımız cennet illüzyonu sadece 2 sene sürdü. 2017'den beri büyük bir şantiyede yaşıyoruz. 2024'te hemen hemen her şehirde eş zamanlı başlayan ve hangi planla ilerlediklerini pek çözemediğimiz yol çalışmalarıyla İnşaat Tanrıları güçlerine güç katmaya devam ediyor. Bu durum daha çoook uzun yıllar devam edecek gibi görünüyor. O küçük, bahçe içinde tek katlı evler, teker teker yıkılıp kocaman apartmanlara dönüşüyor. Bağlar, bahçeler yerlerini tatil köylerine ya da adları "Eko" ama içleri çimento olan turizm alanlarına bırakıyor. Deniz ve göller kirleniyor, yeraltı suları kuruyor, UNESCO ülkeyi korumadan çıkaracağız diye tehdit ediyor ama nafile... Yine de, dünyadaki birçok ülkeye kıyasla, Montenegro hala cennetten bir köşe gibi... Hele bazı yerleri var ki... Hiç kimseye Montenegro'da deneyimlediğimiz, bize rüya gibi gelen o ilk 2 yılı tam tarif edemeyiz. Şimdi en büyük duamız, İnşaat Tanrıları ve oportunist insanoğlunun, ülkedeki el değmemiş yerlerden ebediyen uzak olması...Dünya genelindeki Otokannibalizm ve Ekosidal Oportünistler için de şunu yazarak bitireyim:
Toprağın kokusuna, rüzgarın sesine, kuşların dansına fiyat biçtiler. Ağaçları kesip, betonlara kök saldırdılar. Taşlaşmış vicdanları, çimentoya ilham oldu. Kuşlar ağaç kovukları yerine bazı balkon köşelerine yuva yapmaya çalışırken, onlar başka yerleri dönüştürmek için çekip gittiler. Geriye susuz topraklar, gölgesiz sokaklar, sesini yitirmiş ormanlar kaldı. Ama unuttular: İnsan, talan ettiği her toprak parçasında kendinden bir parça eksiltir. Ve yutacağı son lokma, kendi gölgesi olur...
“Ta ki yeryüzü, saklanacak bir köşe bırakmayana dek.” … boğazım düğümlendi her satırında, inşaat sektörünün en iştahlı olduğu çağda, bir zamanların Konstantinopolis surlarının hendek sınırlarının Kuzey Ormanları’na kadar aşıldığı ve 1453’te fethedilip halen şantiye özelliğini özenle koruyan İstanbul’dan, kader ortaklığının minimal boyutta kalmasını en içten dilemek suretiyle, gözü yaşlı selamlar 🙏🥲
YanıtlaSilMuhteşem 👏👏👏
YanıtlaSil