İlkler...

İlk Yalnızlık!

Zeynep anneyi ve Nursen'i yolcu ettikten sonra, Celil'le ilk kez, "yabancı" olduğumuz ve artık "turist" olmadığımız bir coğrafyada yalnız kalıyoruz: Edi ve Büdü!
Önce anlamıyoruz; zaten taşınma sebebiyle ruhen ve bedenen çok yorgunuz. Uyuyoruz biraz, öğlene doğru kalkıyoruz. Eee ne olacak şimdi? Gelelim gelelim diyorduk, geldik! Ne yapıyoruz? Plan ne?
Bu soruları biraz daha ertelemeye karar veriyoruz çünkü ertesi gün ilk misafirimiz gelecek. Zeynep anne ve Nursen'i, misafirden saymıyoruz zira temizlik, ütü, ev işi yapan misafir olmaz :)
Selin, kalan eşyalarımızın bir bölümünü de getireceğinden hala tam yerleşmiş sayılmayız; tatilci gibiyiz düşüncesiyle gerçekleri 1 hafta daha erteliyoruz.


Markete gidiyoruz, elde sözlük neyin ne olduğunu çözmeye çalışıyoruz. Montenegro'nun balları meşhurdur. Bal reyonunda aklımız oynuyor. Kireç balı, limon balı, acı bal, akasya balı, çiçek balı... Un reyonunda şok geçiriyoruz. 100 çeşit un var, her biri başka renk ambalajlı ve üstünde sayılar yazan unlar. Hepsinin üstünde pasta, börek, ekmek resmi... Görevliye soruyorum ya da ben sorduğumu zannediyorum ama boş gözlerle bana bakıp; benim "brji brji" olarak algıladığım dilinde bir şeyler söylüyor. Sonuç: ortalama sayı olan 400'ü ve mavi renkli olanı seçiyorum; amca bana sempatik geliyor :)
(Merak edenlere! O sayılar unun ne kadar kalın olacağını belirliyormuş meğer. 400 pudra şekeri gibi çıktı, bizim alıştığımız un 950'ymiş :) )


Market sonrası fırına gidiyoruz. İstanbul'da ekmek yemeyen bizler, iki fırının tam ortasında oturmamız ve 24 saat sıcak ekmek bulabilmemiz sebebiyle ekmeksever insanlar oluyoruz. Buranın ekmeği de güzel yahu! Bu dilde, önce ekmek istemeyi öğreniyorum: "Jedan mali hleb molim" (Bir küçük ekmek lütfen). Aç kalmamak önemli :)

Ev temiz, dolap dolu, sabah Selin gelecek. Yalnız geçirdiğimiz ilk gece, havadan sudan konuşup yatıyoruz. Bir lafla dökülebiliriz ikimiz de, en iyisi halen tatilde hissetmek...

İlk Misafir: Selin! 

Selin, benim Boğaziçi'nden arkadaşım. Psikolojik danışmanlık okumuş, rehberlik yapmış, cruiselarda çalışmış, halen özel bir okulda psikolojik danışman olarak çalışan; hayat enerjisi tarifsiz, bir olayı anlatışıyla size bütün ortamı ve olayı eksiksiz yaşatan, müthiş zeki ve maceracı, nevi şahsına münhasır bir insan! O kadar doğru bir zamanda geliyor ki bizi ziyarete anlatmak mümkün değil!



O dönemde arabamız olmadığından kendisine transfer ayarlıyoruz. Şahane gülümsemesi ve tüm enerjisiyle arabadan inip, "Kızım acil kahve içmem lazım ve hemen gezmeye başlamamız lazım!" diyor. Evet o bir bağımlı! Kahvesiz ve gezisiz bir hayat düşünülemez :)






İlk gün Tivat'ı gezdiriyoruz Selin'e. Hava o kadar güzel ki, haberlerde duymaya alıştığımız "Balkanlardan gelen soğuk hava" söylemini tamamen yalanlıyor. Selin evimize de, şehre de bayılıyor. Bizi bütün enerjisiyle tekrar ikna ediyor resmen. "İyki gelmişiz" diyoruz.



Ertesi gün 1 haftalığına araba kiralıyoruz. Başlıyoruz gezmeye. Ülkede görülmedik yer bırakırsak Selin bizi öldürür :) Bir yandan turistik gezi yaparken, diğer yandan da tencere, tava alışverişi yapıyoruz. Her şeyin markasına, fiyatına, nerden geldiğine de bakıyoruz tabii ki; zira henüz tam olarak ne iş yapacağımıza emin değiliz. Celipe'yi kurarken halı, kilim, travel şeklinde kurduğumuzdan, her işi düşünüyoruz. Onu mu yapsak, bunu mu yapsaklar sürekli sohbet konumuz. Ben Skype üzerinden çalışmaya devam ediyorum ancak İstanbul'da senelerce yaptığım organizasyon işini burada yapmam pek mümkün gözükmüyor; Celil için de durum aynı.

                






Selin'le Risan, Perast, Kotor, Budva, Cetinje, Lovcen vs. her yeri geziyoruz. Yazın hepsini gezip, her şeyi araştırdığımızdan ben sürekli her şeyi anlatıyorum. Şükür ki ne Selin ne ben konuşmayı pek sevmeyiz, turlar Celil için epey sessiz geçiyor!!!



İlk Kuzey Yolculuğu:

Tatilinin son gününde Selin, ülkenin kuzeyinde dağların içine oyulmuş Ostrog Manastırı'nı görmek istiyor. Hava yine bol güneşli, bizim de görmediğimiz bir yer olduğundan heyecanla yola koyuluyoruz. Montenegro'da öyle manzaralar eşliğinde yolculuk yapıyoruz ki; mecburen durup fotoğraflıyoruz ve 2 saatin sonunda Niksic şehrine varıyoruz.



Tesadüfen "Pekara"ya oturuyoruz. Pekara, ekmek ve börek satan yerlere deniyor; pasta veya tatlı oralarda pek satılmıyor ancak bu pekara başka pekara çıkıyor. Hala tadı damağımda olan inanılmaz tatlılar yiyoruz! Bu ülkenin insanı iri olduğundan, porsiyonları da oldukça büyük. Büyük pizzanın 1.6 kg olduğu, her yemeğin yanında gramajın yazdığı bir coğrafyada gelen tatlıların büyüklüğünü bir hayal edin. Ya da etmeyin buyrun bakın.

  
Tatlıyı yiyip Ostrog'a doğru yola koyuluyoruz. Bu ülkede, mesafeye bakarak yolun ne kadar süreceğini bilemeyeceğimizi o gün öğreniyoruz...  25 km yolumuz 1 saatten uzun sürüyor; varın yolu siz hayal edin! Gördüğümüz yer çok güzel olsa da bir süre oraya gitmeye tövbe ediyoruz :D





Sümela Manastırı'nı andıran Ostrog, Balkanlardaki Ortodoksların hac merkezi. Yüksek bir dağın tepesine kurulmuş, halen aktif bir manastır olan Ostrog'a yürüyerek çıkıyorlar.




Gittiğimize tabii ki değiyor ve aslında bir açıdan bugün yaptığımız işin de yolunu açıyor. Eve döndüğümüzde Selin kesinlikle tur yapmamız gerektiğini söylüyor bize. Kendisi deneyimli bir rehber olduğundan; ülkenin turizm konusundaki acemiliklerini hemen farkediyor ve bana kesinlikle turizmle alakalı bir şey yapmamı öğütlüyor. İşte Celipe Travel'ın tohumu bu şekilde atılıyor.






Havaalanında İlk Veda:

Selin'i havaalanına bırakıyoruz ve asıl hayat o andan sonra başlıyor. Bundan böyle yeni bir ülkede bir başımızayız. Esas macera, bundan sonra başlıyor!


Hiç yorum yok :

Yorum Gönder