Heyecan Dorukta!

19 Ocak 2016... 

Evin her yeri koli, valiz, çanta dolu ama yine de o kadar şanslıyız ki son gecemizde bile yatağımızda uyuyup, sabah kapıyı kitleyerek evi yeni sahibine teslim edeceğiz. Durduk yere sürekli gözler doluyor, gergin anlar yaşanıyor. Hayatımda, tatil harici İstanbul'u veya ülkeyi terketmişliğim yok. Şehirde bile evden eve taşınma sayım oldukça az; hatta 19 yaş itibariyle, aynı mahallenin içinde tüm taşınılan evler... Hem çok gitmek istiyorum, hem de evin duvarlarını okşayıp ağlıyorum; o kadar şizofrenik bir ortamdayız :)

Gün içinde ve gecesinde bizi yalnız bırakmayan canım öğrencim/kardeşim Dilara ve bir diğer öğrencim/kardeşim Larissa, Celil'in kardeşi Burak ve sevdiceği Burcu, evimizin yeni sahibi Taner, bize yemekler getiren favori çiftimiz Bihter ve Ali Cihan, işi sebebiyle İstanbul'da yaşamayan ama teknoloji sayesinde aramıza katılan 24 senelik canparçam Tuba, gece ağlayarak aradığım canım Seda, bana sarılıp sarılıp ağlayan komşularım, seneler boyu alışverişten çok sohbete gittiğim Beşiktaş esnafının en şahane çantacısı Cenk, tasarım kıyafetlerin adresi koca yürekli Fatoş, gümüşçüm, ayakkabıcım, hastalık çaylarımın kaynağı aktarım... Eve son gelenlerin eline tutuşturulan, taşıyamayacağımıza inandığımız ve "Gelirken getirirsiniz" düsturuyla emanet edilen koliler, poşetler... 

Evet her şeyin sonu üç noktalıydı o gün. Bir devamı olduğu kesin ama nasıl, nerede, ne zaman belli değildi. Kime ne bıraktık onun bile farkında değildik. Hatta geldiğimizden beri sürekli arayıp bulamadığımız 1 valiz eşyamızı geçen hafta bulduk; meğer Burak ve Burcu'nun eline tutuşturmuşuz :))    




20 Ocak 2016

Sabah 5:00. Kuzenim Deniz, ailesinin arabasıyla geliyor. Candan abla büyük araç yolluyor. Burak yardıma geliyor. Zeynep anne ve Nursen (yengem olur kendisi ama bir laf bir insana ancak bu kadar yakışmaz!) de bize yardıma Montenegro'ya geliyorlar. Havaalanına gitmek üzere koliler, valizler taşınıyor. Onca eşya asla taşınamaz, hiçbir yere sığamaz diye düşünüyordum ama hiç öyle olmuyor. Evle vedalaşıyoruz, kapıyı kitleyip anahtarı komşumuza veriyoruz. Yine sarılıp ağlaşmalar ama bu sefer daha az...

Havaalanında her şey kolayca ilerliyor. THY, fazla ağırlıklarımız için bize tarifsiz yardımcı oluyor. Montenegro uçağını ilk kez körüğe yanaşmış görüp, seviniyoruz ve yolculuk başlıyor!
Uçakta yazdıkça yazıyorum. Şimdi bunca eşyayı başkent Podgorica'dan Tivat'a nasıl götüreceğiz, araca sığacak mı, eve nasıl yerleşilecek vs. kafamda çarpışmalar devam ediyor.

Buranın insanının da illa ki kötü olanı var ama sayısı az bence. Uçaktan indiğimizde yüzümüze ilk çarpan o iyilik oluyor. Kolilerimizi görüp oraya yerleştiğimizi anlayan polis yardım ediyor öncelikle bize. Şu anda ağabeyim dediğim, bize buradaki desteğini asla ama asla unutamayacağım Radoslav, benim ona attığım tüm mailleri göz önünde bulundurarak, nolur nolmaz diye çift araç yolluyor. "Sığmazsan, stres olurdun. Yeni bir başlangıçta buna ihtiyacın yok" diyor. Nitekim bir araca sığıyoruz ve Tivat'a yola koyuluyoruz.

Evde bizi boooolca temizlik bekliyor. Ev sahibimiz evi temizlettikten sonra, kalorifer peteklerini taktırdığından; evi hiç temizlik görmemiş gibi buluyoruz. Yine de şikayetimiz yok; zira Montenegro'da birçok evde ısıtma bulunmaz. Biz donacağımıza emin olduğumuzdan, ev sahibinden elektrikli radyatör döşemesini talep etmiştik. Talep gerçekleştiğinden, temizliğe ses çıkarmıyoruz.

Yorgunuz ve açız. Birlikte yemeğe çıkıyoruz. Dönüp biraz daha eşya yerleştirdikten sonra yeni evimizde, ilk misafirlerimizle (temizlik yapan misafir olmaz ama neyse) uykuya dalıyoruz. Heyecandan ya da yerimi yadırgadığımdan yüz kez uyanıyorum gece boyu. Her uyandığımda "Nerdeyim?" sorgusu çekiyor beynim. Ama içimde hep enteresan bir huzur var.




21 Ocak 2016

Biz, Zeynep anne ve Nursen, temizlik ve yerleşme işleri yüzünden hiçbir yeri göremeden geri dönecekler diye üzülürken; İstanbul'da yağan kar sebebiyle uçaklarının iptal olduğunu öğreniyoruz. Hemen program yapıyoruz ve henüz bir arabamız olmadığından, taksiyle en yakın şehre, Montenegro'nun gözbebeği Kotor'a gidiyoruz. Şansımıza hava şahane, güneş pırıl pırıl. Oğlunun başka bir ülkede yaşayacağı fikrine alışamasa da, "Bu kadar güzel bir yerde yaşayacağınız için çok mutluyum" diyor Zeynep anne.




Sonuç:
Ben hep; başımıza gelen iyi ve kötü her şeyin, hayatımızı daha iyiye yönlendirmek için olduğuna inandım. Çok Polyannacı duyuluyor olabilir. Belki de benim olaylara bakış açım sebebiyle öyle görüyorum. 
Hayat bizi resmen bir sene boyunca hazırladı. İş değişimlerimiz, ilişkilerimiz derken ülke bizi göndermek için çabaladı sanki. Aşığı olduğumuz evimizin çatısı bile aktı o derece! 
Montenegro'ya, sadece geldiğimiz gün bile, binlerce sorunla karşılaşabilirdik. 200 kilonun üstünde eşya, uçak, kontroller vs. çekilmez olabilirdi. Her şey tereyağından kıl çeker gibi oldu. Sorunsuz, pamuklara sarılarak geldik resmen. Sonra her şey güllük gülistanlık gitmedi elbet. Öyle hayat olmaz zaten :D Arkası yarın :))

Not: Bu yazıda çok fazla isim geçtiğinin farkındayım. Tanımayanlar için bu isimler hiçbir şey ifade etmese ve hatta sıkıcı gelse de; Celipe için, Celil ve İpek için çok çok önemliler. Hayatımıza yaptıkları dokunuşların karşılığını ödememiz mümkün değil ama bu yazıyla bir kez daha teşekkür etmek istedim. İyki varsınız!  

4 yorum :

  1. ay 3 hafta önceki biz resmen bu ayol! :)

    YanıtlaSil
  2. Tahmin edebiliyorum. Bana yazdığın ilk maili hatırlıyorum. Olur mu nasıl olur derken geldiniz bile! Komşuuuuu :)))

    YanıtlaSil