İşte ben de bu sebeple 2018 Montenegro derslerimizi yazayım dedim. Yazayım ki, takılmayalım aynı taşlara. Akıl defteri burda dursun ki, geri dönüp bakabilelim unutmaya meylettiğimiz zamanlarda...
Ders 1: İstanbul'daki hayatından neden vazgeçtiğini unutma ve Montenegro'da da aynı insana dönüşme!
Bloğu baştan beri takip edenler de, bizi tanıyanlar da biliyorlar neden buraya göçtüğümüzü. Biz, birçokları gibi AB umudu, vizesiz Avrupa kandırmacaları, vatandaşlık yalanlarına inanıp gelmedik buraya. İstanbul bizi boğdu 2014'ün sonunda. İşlerimiz iyiydi, evimiz çok güzeldi (ki halen rüyama giriyor ara ara) ama bütün bu güzellikleri yaşayabilecek vaktimiz ya da trafiğe ve kalabalığa tahammül edecek sabrımız yoktu. Yılın büyük bir kısmını yurtdışında geçiriyorduk ve her dönüşte daha büyük bir kaosla karşılaşıyorduk. Ben 2015 Şubat'ında tamamen boğuldum. Evden asla çıkmak istemeyen biri haline dönüşmüşken (Celil zaten ev insanıdır, o sebeple evden çıkmamak onun için bir kriter değildi. Ben sosyal bir sokak böceği olduğumdan, evden çıkmayan İpek için tehlike çanları çalıyor demekti.) yolumuz Montenegro'ya düştü. Nefes almanın ne demek olduğunu hatırladık ve bütün hayatımızı sıfırlama riskine girdik. Kaldı ki daha önce gurbet tecrübemiz de yoktu, yani bir daha hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını, dönsek bile aynı insanlar olamayacağımızı bilmiyorduk.
Pişman değiliz, yine olsa yine geliriz o kısımda sorun yok. Ama 3 yılını burda tamamlamış ve 4. yılını süren insanlar olarak, rutine bağlanan her hayat gibi biz de son zamanlarımızda buraya geliş amacımızı unuttuk. İşlerle boğulduk. Çevremizdeki insanların hayat kavgasına dahil olduk farketmeden. Aslında hiçbiriyle ne aynı konumda ne de aynı amaçtaydık. Ama olur ya herkes bir şey yaparken sen yapmıyorsan garip hissedersin. Montenegrolulardan aldığımız dersleri unutup, aynı pasaporta sahip olduğumuz insanların etkisinde kaldık. Neyse ki kısa sürede ayıldık. Günde 20 saat çalışan, hayatı kaçıran, haksız rekabet içinde (zira biz yalan söyleyip, para için insanları kandırmıyoruz kimse bunu takdir etmese de) boğuşan insanlardan olmayacağız yine. İstanbul'daki hayatımızdan, onu başka coğrafyalara taşımak için vazgeçmedik! 2019'a, buraya ilk geldiğimiz senenin heyecanı ve dinamikleriyle başlamayı hedefliyoruz.
Ders 2: Bir insan hakkında, ilk hissettiğin her zaman doğrudur. Sen yine de şans ver ama koruma kalkanını asla indirme. Birinde dikenleri hissettiysen, bil ki ilk fırsatta sana dikenini batıracaktır.
Buraya gelirken hiç böyle bir planımız olmasa da, merak eden ve yardım isteyen herkesin sorularına cevap vermeye çalıştık. İşimiz danışmanlık olmasına rağmen, yani aslında her sorudan para kazanılması gereken bir iş olmasına rağmen bunu yapmadık. Doktora gittiğinizde; hastalığınızı yanlış da teşhis etse, bir sorun bulamasa da para ödemiyor musunuz? Ya da avukata gidip her şeyi ücretsiz danışabiliyor musunuz? Ama dediğim gibi biz, bize yaklaşımı düzgün ve saygılı, mailinde derdini düzgün anlatmış olan herkese dönüş yapmaya çalıştık (Son dönemde o kadar çok mail alıyoruz ki, halen dönemediklerimiz var. Biz ters bir şey mi yazdık diye düşünmeyin. Son 2 haftada gelen maillerin bazıları halen cevaplanmadı.). Kimilerini evimizde bile ağırladık ki bu pek bizlik bir durum değil zira evimize kolay kolay davet etmeyiz kimseyi iyice güvenmeden.
Zaman içinde müşterimiz olup buraya yerleşen, müşterimiz olmasa da yardım isteyen herkese elimizi uzattık. Bildiklerimizi, bu ülkenin dinamiklerini, nasıl daha iyi iş yapabileceklerini, hangi iş kollarından uzak durmaları gerektiğini, ev alırken ya da kiralarken bakacakları şeyleri, bizi dolandırmayı deneyen insanları açık yüreklilikle anlattık. Ama öğrendik ki yapmamalıydık. Yani herkese yapmamalıydık. Çünkü biz, gurbetçilik psikolojisiyle aynı dilde konuşabildiğimiz ve birazcık da olsa bize yakın hissettiğimiz insanları "arkadaş olabilir" başlığı altında toplamaya çalıştık. E tabii ki olmadı. Olamazdı da. İstanbul'da olsa aynı masada oturmayacağın insanla sırf gurbettesin diye aynı masada oturamazsın. İçten içe "yarın bir gün o da benim arkamdan iş çevirecek ama hadi bakalım" diye düşünüp, iç sesimizi bastırdığımız herkes (eski arkadaş, aile dostu, kardeş, tanıdık tanımadık vs.) elbette gün geldiğinde önce bize dikenini batırmaya çalıştı. Kendi içlerinde elbette muhteşem kaynaştılar zira aynı toprağın ürünleriydi onlar; bizde o topraklarda büyümüş ayrıksı otlarıydık. Zaten o sebeple gelmiştik başka topraklara. Hatta İstanbul'da, burdakilerin yaptığının onda birini yapmamış insanları çıkardık hayatımızdan...
Kimsenin arkasından iş çevirmediğimiz için salak damgası yedik bir de burda :)) Yine çoğunluk oldular yani... Ama biz akıllandık. Aynı masada oturup, adımızı sizinkinin yanında andırmayacağız. Özetle evet, biriyle tanıştığında ya da tarihten biri çıkıp geldiğinde iç sesin ne diyorsa, o her zaman doğrudur. Sen makasla şekil vererek kağıttan bebekler yapmaya çalışsan da, o bebekler mutlaka yırtılacaktır.
Ders 3: Kimseyi uyarma, insanlar hayallere inanmayı seviyor. Sen doğruları söylediğinde senden kaçıp, ona yalanlar vadedenlere gidiyor. Çünkü her insan kumar seviyor.
Kumarhanelerin neden dolduğunu, orda uzun zaman geçirebilen insanları anlamak demekmiş insanlığı anlamak. 5 lira borç istesen vermeyecek herkes, 50 lirayı kaybedeceğini bile bile kumar oynar. Çünkü milyonda bir ihtimal de olsa, o ihtimalle besler kendini. Baştan uyarsan da, bak her zaman kasa kazanır desen de dinlemez seni. Sırf dinlemese iyi! Gizli gizli yapar, senle bir daha görüşmez. Montenegro'daki durum son 1 yıldır tam da böyle. Umut tacirleri milyon eurolar kazanıyor kumar meraklısı insanlar sayesinde. Vatandaşlık, vizesiz Avrupa hayalleriyle; kazandıkları 3-5 kuruşu da burada şirket açmaya, tapusuz evler almaya yatırıyorlar. Burda 1 senesini doldurmadan danışman olanlar, küpünü doldurmaya devam ediyor. Para verenler de gerçekleri duyunca biraz söylenseler de, para vermeye devam ediyorlar. Bir de dönüp "Siz tam bilmiyorsunuz sanıyorum, biz sizin söylediklerinizi anlattık danışmanlarımıza ama yok öyle bir şey dediler" demiyorlar mı? O sebeple ders şudur: Bir daha "biz şu danışmanlık firmasıyla şirket açtık, şurdan ev aldık ama sorunlu, kazıklandık, dolandırıldık" beyanatlarıyla gelen hiç kimse için zamanımızı ve enerjimizi harcamayacağız. Siz kumarı sevmişsiniz ve kaybetmişsiniz. Yapacak bir şey yok.
Ders 4: Sadece seninle aynı pasaportu taşıyor diye insanların yaptıklarının altında ezilme. Sen hiçbir zaman aynı çamurda oynamadın.
Bu tamamen bir gurbet dersi. İlk sene bu dersi çıkarmadık zira yaşadığımız şehirde toplamda 3 Türk'tük. Dolayısıyla "Türkler öyle, Türkler böyle" algıları sadece izledikleri dizilerden ibaretti. Özellikle son 6 ayda damgalanma hali başladı. İşin komiği dolandıran da dolandırılan da Türk çoğu zaman. Ama lokaller de payını alıyor elbette bu durumdan. Gözlemledikçe güvenlik önlemlerini artırıyorlar. Dedikodular büyüyor. Kimilerinin ismi çıkıyor. Bizse bunun altında ezildikçe eziliyoruz, üzülüyoruz. Yok arkadaş! Sadece sizle aynı pasaportu taşıyoruz diye sizden biri değiliz. Geldiğimizden beri iğne oyası gibi ördüğümüz ilişkilerimiz, gayet mutlu devam ediyor. Onlar başlarına gelenleri anlattıkça eğilip bükülüyoruz içten içe. Onlarsa, "Kusura bakmayın, sizin milletiniz ama yani üstünüze alınmayın" diye 40 kere söylüyorlar. Artık alınmayacağız evet. Bunu daha önce kendimize ne kadar söylesek de bozuluyorduk. Madem ayrışıyoruz yine, ayrışalım. Yüzsüz tavırlarınızın, daha dün belki de sayemizde tanıştığınız insanlara davranışlarınızın sorumlusu sizsiniz. İşinize gelince "Biz diğer Türkler gibi değiliz" diyen de sizsiniz ne komik ki. "Diğer" derken? Olay millette, pasaportta değil içinizde. Bakkalınıza gelip indirim isteyen kişinin arkasından atıp tutuyor ama ülkede pazarlık alışkanlığı olmamasına rağmen lokallerle 3 kuruşun pazarlığını yapıyorsunuz. Lokallerin yemek kültürü yok diye eleştiriyor ama pizzaları lüplüp yutuyorsunuz. Tembel buranın halkı, salak diyor ama dükkanlarınızda 16 saat tek kişiyi çalıştırmaya kalkıyor ve emeğini sömürüyorsunuz. Türk'ün Türk'ten başka dostu yok sözüyle cümleye başlayıp 800 euroya kiraladığınız dükkanı 2000 euroya amcaoğlunuza kaktırmaya çalışıyorsunuz. Amerika'yı ilk keşfeden sizmişsiniz gibi, sizden başka 1000 kişinin daha yaptığı işi "benimki başka" diye anlatıyor ve elbette aynı bataklıkta boğuluyor ve çevreyi dolandırmaya kalkıyorsunuz. Yetmiyor daha da yüzsüzce "e bu parayı nasıl çıkaracaktık? Bize yapılırken iyi, biz yapmayalım mı?" diyorsunuz. Bu dünyada iyiler ve kötüler var. Kimliklerimiz var evet, biz ne kadar üstlenmesek de zararı dokunuyor; ama bizi biz olarak tanıyanlar, kimliğimizi değil kalbimizi görüyor.
Dünya kadar eğitim ve öğretimin, birikimin üzerine; hayatımızı idame ettirebilmek için en vasıfsız insanın bile yapabileceği bir işimiz var. Elbette verilen hizmetler, kurulan ilişkiler arasında fark var ama bunu kaç kişi anlıyor ya da önemsiyor ki? Biz o farkı anlayan insanları seçmek için başka bir çalışma sistemiyle ilerliyoruz zaten. Ye kürküm ye insanları, bir emlakçıdan şık bir ofis bekliyor mesela. Dünyanın artık ofislerden uzak, daha rahat ortamlarda çalışmaya yönelmesi önemli değil. Camlarda evlerin fotoğrafları olacak, içeride sizi önce bir sekreter karşılayacak, çay-kahve-şeker-çikolata ikram edilecek, hatta havaalanından karşılanacaksınız lüks araçlarla, konaklamanız da ayarlanmış olacak, size evleri gezip karar vermek kalacak. Siz de kendinizi kral/kraliçe gibi hissedeceksiniz. Böyle bir hizmetten sonra asla kötü bir sonuç almayacağınızı düşüneceksiniz. Ne derlerse inanacaksınız. Paraları bayılacaksınız. Şahane bir pazarlama şekli aslında. Ağları kuruyorsun, avı düşürüyorsun. Bizde ne bu şık ofisler, ne ağlar, ne karşılamalar yok. Bunları önemseyip gerçekleri görmeyen insanları istemiyoruz zira. 100 müşterimiz olmasın. 10 tane olsun bizim olsun. Buraya kadar her şey tamam. Ama dediğim gibi herkesin iç cebinden "danışmanlık ve emlak" kartı çıkardığı bir ülkede, bu işi yapmak keyifsiz bir hal alıyor. O sebeple 2019'u özümüze dönerek, eğitim-dans-nefes-dönüş üzerine yoğunlaşarak ve kendimize yeni iş kolları yaratarak değerlendirmeye karar verdik. Ben özellikle çocuklarla çalışmalıyım. Onlarla arınmak gibisi yok... Emlak ve danışmanlık kısmını çöpe atmıyoruz elbette. Onca emek boşa gitmeyecek ancak günü ya da haftayı böleceğiz diğer işlerimiz için.
Ders 6: Sev, sevgini paylaş, haykır! Dünyayı sadece sevgi kurtarır. Nefretle içini çürütme, o sadece sana zarardır.
Yılın en önemli dersi bu. Ben fil hafızalıyımdır, Celil balık. Ben asla unutmam bana yapılanı. Canımın acıması oranında öfke büyütürüm içimde. Çok sevimsiz bir durum bu. Çünkü öfke duyduğum kişilerden intikam alamam elime fırsat bile geçse. İşlerinden edemem, hayatlarını baltalayamam. Vicdanım rahat etmez sonra. Kendi kendilerine bulsunlar acıttıklarının karşılığını derim. Ama her gördüğümde de öfkem kaşındırır içimi. İşte bu yılın dersi bu. Vicdanınla öfken savaşamıyorsa, öfkeni sulayıp büyütmemeyi öğrenmelisin. Bırak gitsin. Sen, acından ders al ve önüne bak. Öfke de bir duygudur ve seni acıtan kişi, senin hiçbir duygunu haketmez. Yok, hiç olmalı ve öyle kalmalıdır. Sen sadece sevgiye, sevdiklerine ve sevgiyi hakedenlere odaklan. Sevgidir bizi kurtaracak olan.
Ders 7: Montenegro'ya göçerken, dersimiz gurbet olacak sanıyorduk. Dersimiz salaklık boyutundaki iyi niyetimiz ve kaçamadığımız insanlarımızmış. Demek ki asıl ders, içimizdeymiş. Nereye gidersen git, kafan seninle geliyor :) Özüne dön, kendini bul ve gerçekleştir. Yoksa nereye gidersen git, aynı şeyleri yaşayacaksın.
Yeni yıl herkese kalbindeki iyilik kadar güzellik getirsin.
Montenegro'dan sevgilerimizle...