Son Durumlar


Celipe’den, kısa bir ara sonrası tekrar merhaba!

Blogumuzu ihmal ettik bir süre, özür dileriz; blogumuzdan ve sizlerden.
Ama kabul edin, siz de bizi ihmal ettiniz. Biz sessiz kalınca, anlatmadınız kendi hikayelerinizi.

Hayatta kalma çabası, hayatı ıskalatıyor bazen.

Neden yazdığını unutuyor insan. Bazen yalnızca kendisi için yazması gerekir, hatırlamak için.

Bazen tanıyıp sevdiğine el uzatmak, onu hayatta tutmak için. Bazen hiç tanımadığıyla tanışmak, becerebilirse hayatına katmak için.

Blog tuhaf bir şey, belki alışamadık hala. Kitap yazmak gibi değil, daha çok konuşmak gibi. Etkileşim olmayınca, boş kuyuya haykırıyormuş gibi hissediyor insan. Sonra, neyse ki aklımıza geliyor: Popüler olmaktansa gerçekten anlayan bir kişiye ulaşmak, her zaman daha değerli.

“Beni hemen anlamalısın, çünkü ben kitap değilim, çünkü ben öldükten sonra kimse beni okuyamaz, yaşarken anlaşılmaya mecburum.” diyor Oğuz Atay.
Bizimki de, naçizane bunun kaygısı belki.

Her maceranın belli evreleri oluyor hayatta. Uzaktan bakınca, kalp grafiğiyle sinus eğrisi arası bir görüntü. Montenegro öykümüzün tamamını paylaşmaya çalıştık, aslında özeti şöyle:
Bir ülkeyi bırakıp başka bir ülkeye geldik.
Bir ülkeyi bırakıp başka bir ülkeye gelen herkesi kendimiz gibi zannettik.
Öyle olmadıklarını kırılarak öğrendik.
 Kendi çabamızla bir Cassandra Laneti edinmeyi başardık.
Artık göz göre göre yapılan dolandırıcılıkları da anlatmaktan usanır hale geldik.  
Bedava peynir, fare kapanında olur demekten dilimizde tüy bitti.
Kimin ne sahtekarlık yaptığını söylemekten hiç gocunmadık, sonuçta terazi tutmasını Can Yücel’den öğrenmiştik. Ama bu bile bize farklı şekilde geri döndü. İçinde kötülük barındıran herkese, adres göstermiş olduk. Anlattıklarımıza hak verir gibi yapan herkes, bir menfaat görür görmez paranın peşine gitti. Bir musibet topağı haline geldiler ki, sormayın gitsin.

Neyse, bataklığa saplanmayalım. Bu durum bizi yeteri kadar boğuyor, bir de sizi maruz bırakmayalım.


Montenegro macerasının bu dönemi böyle işte.
İnsanlarla beraber, büyük hayalleri gerçeğe çevirmek istedik. Birileri engellemezse, yeni başlangıçlar yapmak isteyen insanlarla yerel insanlar buluşur, hayaller gerçek olur diye düşünüyorduk.

Meğer asıl sorun, kimsenin yeni temiz bir başlangıç hayal etmemesiymiş.

Bir misafirimiz şöyle demişti:
“Kimse aslında kötülükten kaçmıyor; yaşadığı yerin kurnazlığına yetişemiyor,  küçük yerin büyük kurnazı olmak için geliyor.”

İlk geldiğimiz sene,  yerel insanların hayata, adalete, paraya dair söylediklerini hatırlıyorum şimdi. Hayal kurmak için ne güzel bir başlangıç sağlamışlardı. Tüm söylemlerin euro karşısında değer kaybettiğini görmek,  trajik olmaktan daha fazla komik.



ÖZETLE SON DURUM ŞÖYLE:

İşler devam ediyor:   
Emlak & danışmanlık ile hizmetinizdeyiz.
Butik turlar sürüyor, beraber planlayalım, beraber gezelim.
İpek’in özel dersleri tüm hızıyla sürüyor.
Benim yazarlık & tasarım faaliyetlerim devam ediyor.

Daha fazla kendimize yöneldik:
Okuyoruz, yazıyoruz, izliyoruz, dinliyoruz.
Spor yapıyoruz.
Yoga yapıyoruz.
Bisiklete biniyoruz.
Mikro tarım faaliyetlerindeyiz, (en azından kendimize yetecek kadarını bahçemizde yetiştirmeye çabalıyoruz.) J



PEKİ NE OLACAK?

Biz iki kişilik çabalamamıza devam edeceğiz. Hiç çoğalamama ihtimalinin bilincinde olarak.
Zaten yola çıkarken göze aldığımız risklerden biri de buydu.

Yapılabilecek onlarca proje, kurulabilecek ilişkiler yok mu? Tabii ki var. Ama onu da, gerçekten elini taşın altına koymak isteyenler belirleyecek.
“Siz bir şeylere başlayın, olur gibi olursa ben de gelirim” maalesef artık kabul edilebilir bir cümle değil.

O zaman son söz Wittgenstein’dan gelsin:
“Başkalarına, senin için ifade ettiğinden daha fazla bir sey ifade edemez. Sana neye mal olmuşsa, onlar da o kadar ödeyecekler.”

Daha mutlu yazılarda görüşmek üzere…